Başlığı bu olan bir yazının politik olmasını bekliyor insan. Aşağıdaki yazı, bunu bekleyen insanı bir noktaya kadar haklı da çıkaracak. Zira bugün televizyon ekranındaki her şeyi önce politik altyapısıyla okumak gerekiyor. Mesela İbo Show’un neden başladığını ve eski Türkiye’de ünlü olan herkesin koştura koştura programa konuk olduğunu görmezden gelip, Altın Kelebek’e verdiği ödüller yüzünden tepki gösterince bir yere varılmıyor. Gösterilen tepki boşlukta sallanmaya başlıyor, muhataplarına hiç değmeden. Diriliş, Kuruluş, Payitaht vb. dizilerin yaptığı propagandaya tepki gösterirken onların yol göstericisinin en çok bunları izleyen cenahtan tepki alan Muhteşem Yüzyıl olduğunu da hatırlamak gerekiyor. Ya da her 6 Mayıs’ta “Eskiden bu yandaş kanal ne diziler yayınlıyormuş, özgürmüşüz o zamanlar” derken; “ne diziler” ile kastettiğiniz dizinin bütün danışman kadrosunun hayatımızı mahvetmek üzere kendilerine söz vermiş bir grubun yandaşı olduğunu fark etmek bayağı faydalı olabiliyor. Yazının bu kısmının ne bu kadar uzun ne de bu kadar politik olmasını beklemiyordum ama fena da olmadı gibi.
Geçtiğimiz sezonun beni en çok etkileyen dizisi Son Yaz’dı. Hatta etkilemek ne kelime, izlerken dibim düşüyordu. (İnanmayanlar için bkz.) Başrolünde bir suçlu ve bir savcı vardı. Selim Kara ile yıldızımız ilk bölümden son bölüme hiç barışmadı. Kendisinin içinde polis olma arzusunun yattığı ama sırf ÖSS puanı tuttuğu için hukuk okuyup savcı olduğunu tahmin ediyorum. Kötü bir savcı kötü bir eş, kötü bir baba… Selim Kara’nın hikayesi -sadece ekranda- sona erdi ama bu yıl onu iki savcı daha takip ediyor. Yargı’dan Ilgaz Kaya ve Mahkum’dan Fırat Bulut. Hatta Pars Savcı’yı da eklersek üç. Ülkede hukuk kavramının yaşadığı çileleri ve hukuk sisteminin Hande Kuday’ın malum tweetiyle özetlenebildiğini düşünürsek hukuku öne çıkaran karakterlerin bu kadar ilgi çekmesinin ve karizmatik bulunmasının faydalı olduğunu bile söyleyebiliriz.
İki seneden biraz daha uzun zaman önce ekrana damgasını vurmuş Mucize Doktor ve kendi kitlesini yaratmış Hekimoğlu gibi uyarlamalar, hastane dizisi yapmak isteyen kanalların ağzını sulandırıyordu. Daha önce de hastane dizileri olmuştu ve bunlardan fenomen olanları da vardı ama o sırada bu iki dizi bir furyayı başlatacak gibiydi. Sonrasında pandemi başladı ve yarıda kalan sezonlardından sonra geri dönüşlerinde iki dizi de eskisi kadar izleyici bulamadı. Zira aylarca her akşam bir hastane sahibinin söylediklerini dinlemek zorunda kalan izleyicinin beyaz giyen insan görmeye bile sabrı kalmamıştı. İkisinin de ömrü pek uzun olmadı.
Hastane dizilerinin etkisini kaybettiği ve boşlukta geçen sezon boyunca parlayan Son Yaz’ın ardından hukuk temalı birkaç dizi projesinin kabul edildiğini duyduğumda heyecanlanmıştım. Zira bundan önce avukatlı diziler görsek de bunlar öyle hukuk dünyasının içinde geçmiyordu. Hatta bu avukatlar da öyle yazılıyordu ki dizilerin senaristi yıllarca “İtiraz ediyorum” diyerek mahkeme salonu kapısını açmayı hayal eden Brooklyn 9-9 karakteri Jake Peralta olabilirdi. Neticede önce Yargı’nın, ardından da Mahkum’un izleyicinin ilgisini toplaması güzel. İkisinin farklı yolları kullanarak bu neticeye ulaşmasıysa daha iyi.
Yargı da Mahkum da hukuk dizisi olsa da bambaşka iki anlatıyı kullanıyorlar. Sema Ergenekon’un kaleminden çıkan Yargı, izleyiciye daha yakın bir yerden anlatıyı kuruyor. Karakterlerin birçoğu günlük hayatımızda karşılaştığımızda tanıyabileceğimiz karakterler. Kafede otururken yan masamızda küfürlü konuşacak ergenler de tanıdık, bir sokak röportajında “Çıkar telefonunu” deme potansiyeli olan aile üyeleri de. Dizinin en yapay görünen karakteri olan mafya Merdan’ın bile birkaç yıl önce kiminle fotoğrafı olduğunu gözümüzün önüne getirebiliyoruz. Buna karşılık Mahkum’u Innocent Defendant’tan oldukça başarılı şekilde uyarlayan Uğraş Güneş fantastik bir anlatı kuruyor. Dizinin ana karakterinin sürekli hafızasını kaybetmesi bile karakteri günlük hayatımızdan uzaklaştırırken, kötü adam Barış Yesari işleri bambaşka bir boyuta taşıyor. Yargı’nın kötü karakteri Yekta dümdüz hırslı bir adam mesela, manyak değil. Yargı’daki Engin de, katil olduğu ortaya çıkıp yakalandıktan sonra dönüştüğü mastermind karakter yüzünden aşırı yadırganmıştı. Çünkü izleyici bunu aramıyordu. Öte yandan Mahkum’daki Barış Yesari her bölüm şovunu yapıyor ve dizinin kendi içinde yarattığı gerçeklik algısının içinde yadırganmıyor. Yadırganmayı da geçtim her bölüm hayranlarını arttırıyor. (Yazının sonunda bunun tehlikelerine de ayrıca geliriz.) Bir tarafta Çınar’ın kankaları lise çıkışında sana dadanabilecek serseri gruptan farksızken diğer tarafta Sasha var. Mahkum’un 7. bölümünü izledikten sonra, Fox TV’nin sitesindeki karakter tanıtımını okuyunca “Bunların herhangi biri geçti mi ya dizide” diyorsunuz. Öte yandan geçmesine de gerek yok. Sasha’nın sürekli “Hallederiz beybi” deyip hiçbir şey halledememesinin bu gerçekliğin içinde yeri var. Ceylin’in habire dağınık biçimde bir şeyler yiyip içmesine karşılık Cemre’nin -bir tık ezik haline göre- aşırı güçlü kıyafetlerle sürekli salınması da garip değil.
Diğer karakterlerin bu farklı dünyalarda yadırganmadan kabul edilmelerinin esas sebebiyse ana karakterlerin farkı. Bir tarafta Savcı Fırat Bulut var. Onur Tuna’nın boyuyla posuyla (gözleri de var ama o şimdilik konu dışı) yıllardır izleyiciyi alıştırdığı karizması bir yana Fırat Bulut sokakta görebileceğiniz bir insan değil. İşini delicesine tutkuyla yapan, Barış Yesari’yi yakalayabilmek için suçsuz bir insanı hapse atıp, bunu itiraf ettikten sonra da adamla işbirliğine devam edebilecek kadar ikna kabiliyeti yüksek. Bunca hafıza kaybının arasında yaptığı büyük planın, kötü ve güçlü adamlara karşı sürekli işe yaraması da aynı şekilde biraz fantastik. Duvara koca yazı yazacak kadar ellerinden kan akıtıp da bir gün sonra o yaraların kabuk bağlaması daha da fantastik ama o dizi sektörünün fantastikliği hadi. İlginçtir bu kadar fantastik bir anlatı kurunca overacting bile göze güzel gelebiliyor. Yıllardır poz atması gereken karizmatik rollerden sonra biraz daha çılgın birini oynamanın Onur Tuna’ya çok iyi geldiğini reddetmek mümkün değil.
Yargı’da elbette Ceylin de çok baskın bir karakter ancak dizinin esas ana karakterinin Ilgaz Kaya olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet Ilgaz mükemmel bir erkek; hem işinde iyi, hem romantik, hem yemek yapabiliyor hem de sevdiği kadın için fedakarlıkta bir dünya markası. Ancak Ilgaz gerçek. O kadar gerçek ki bütün o karizmasının altında ne kadar tecrübesiz ve aptal bir adam olduğunu görebiliyorsunuz. Ne söylerse söylesin üniversitede hukuk okumasının tek sebebi, en yüksek puanlı bölümün hukuk olması. Sonrasında nasıl iş bulacağını bilmediği için hakimlik savcılık sınavlarına hazırlanmış. Hukukun diğer kısımları konusunda o kadar tecrübesiz ki avukatlık yaptığı ilk gün müvekkilini polise gammazladı. İlişkiler konusunda da çok tecrübeli sayılmaz. Neva ile ilişkisinin kopma sebebine de bakabiliriz Ceylin’le ne kadar hızlı gitmeye çalıştığına da… Ilgaz Kaya bu ülkenin insanı. Korkunç bir eğitim sisteminin içinden çıkınca kendini başarılı addeden, bu yolda basamakları çıkarken sosyalleşecek zaman ya da para bulamayan bir yurdum insanı. Bu arada evet yurdum erkeği mutfakta iyi olabilir, derli toplu olabilir, romantik de olabilir. Bu onu fantastik yapmaz, sadece “Var mı böyle erkekler ya” dedirtir. Sorunun cevabı da “Evet” bu arada.
Yargı’yı çok zayıf bir ilk bölüme rağmen (izlerken uyuyakaldığımı bir canlı yayında açıklamıştım) kısa sürede fenomen haline getiren ana etmen çok iyi kurulan “Katil kim” bilmecesi. Ancak bu anlatının da payı olduğu kesin. Yönetmen Ali Bilgin’in çok alıştığımız, dizinin rengini görünce yönetmenini tahmin edebildiğimiz tarzı da bu anlatıyı taşıyan etmenlerden biri. Buna karşın Volkan Kocatürk’ün kullandığı çok “kaliteli” görüntüler de Mahkum’un fantastik yapısına uyum sağlıyor. Sadece burada bir tehlike mevcut. Yıllardır giderek artan “kötü karakterlerin fenomen olma durumu” Barış Yesari ile devam ediyor. Süleyman Çakır’ın ulusal kahraman ilan edilmesinden yıllar sonra Sen Anlat Karadeniz’den Vedat Sayar karakteri ayrıldığında arkasından ağlanan bir ülkede kötünün fenomen haline gelmesi tehlikesi de devam ediyor. Yıllar önce Kırgın Çiçekler ve ‘Kemalim Yapmaz’ fenomeni üzerine bir şeyler söylerken “Kötünün kötülüğünü unutturmak” tabirini kullanmıştım. Mahkum’un ilk yedi bölümünde kamera önünde dört kişiyi öldüren Barış Yesari’yi yaratan senaristin böyle bir amacının olmadığını elbette görebiliyoruz. Ancak Instagram’ın Barış Yesari’yi inanılmaz romantik, asla doğru anlaşılmayan bir anti kahraman olarak görmesinin de önüne geçilemiyor. Belki de ülkecek en büyük sorunumuz olan “baba meselesi” bir dizi karakterinde canlanınca sempati duymamızın önüne geçemiyoruzdur.
MEHMET DİNLER