Sezonun 12. bölümünün sonunda bence çoğu izleyiciyi sarsacak o “an” yaşandı. Gardiyanların en masumu, en zararsızı, mahkumların çıkarına hareket edebilecek tek karakter olan Bayley, Poussey’i öldürdü. Evet, istemsizceydi ama sonuçta Poussey bunu hak etmiyordu. Hem de ona yardım etmek isterken.
Bu ölümün gerçekleştiği ana kadar olan bölüm bizi sezon finaline götürüyor. Vause ve Lolly’nin sezon başında öldürdükleri gardiyanın cesedi bulundu ve bu durum hapishanede olağanüstü hale dönüştü. Gerçi kimse onun kim olduğunu bilmiyordu ancak Piscatella için onlardan biriydi ve o, mahkumlar tarafından öldürülmüştü.
Red’in sınırlarını zorlamaktan kendini alıkoymadı Piscatella. Caputo işin şirket kısmıyla fazla meşgul olunca hapishanenin yönetimini iyice kaybetti. Red uykusuz bir halde, neredeyse ayakta zor dururken Piscatella tarafından itilip kakılırken Flores ayağa kalktı ve masaya çıktı. Onu Piper takip etti. Sonra diğerleri. Hepsi masalardaydılar ve yapılabilecek en barışçıl protestoyu yapıyorlardı.
Gardiyanların kendilerine davranış biçimleri hiç bu kadar uç noktaya varmamıştı. Ve onlar bütün farklılıklarını bir kenara koyarak birlikte hareket edebileceklerini gösterdiler. Fakat gardiyanlar bunu bastırmaya, onları masalardan indirmeye çalışırlarken olan Poussey’e oldu. Bir gün boyunca cesedi yemekhanenin ortasında kaldı.
Mahkumlar zorla koğuşlarına gönderildi. Herkesin suratında aynı meraklı ve tedirgin bekleyiş vardı. Olay onlarca kişinin önünde yaşanmıştı fakat ne olacağını kimse bilmiyordu. İşte 13. bölüm tam anlamıyla bir isyan bayrağının çekilmesine sahne oldu. Poussey’in ölümüne kılıf bulmaya çalışan şirket çalışanları, Caputo’nun gardiyan Bayley’i korumak için televizyon karşısında verdiği demeci, Judy King’in bütün bunlar yaşanırken sahte evraklar düzenlenerek hapishaneden çıkışının daha önceye alınması, Taystee’nin haykırışları! İşte böylece kapıları zorladılar, dört koldan bir araya geldiler. Bir yandan Latinler, bir yandan Siyahlar, bir yandan Nazi hayranları, bir yandan bir köşeye sinmişler. Sinirle, en olmadık kızgınlıklarıyla koridorlara çıktılar.
O sırada yasak olmasına rağmen içeriye tabanca sokan bir gardiyan bunları engellemek için silahına davrandı fakat Ramos üzerine atlayarak silahın boşa düşmesini sağladı. Silahı eline alan Dayanara ağır adımlarla silahı gardiyana doğrulttu.
İşte böylece dördüncü sezon sona erdi. Gelecek sezon ne olacak diye merakla bekliyorum. Şirket sisteminin çöküşünü mü izleyeceğiz? Mahkûmların bu isyanının bastırılmasıyla mı geçecek? Daha sert karakterler mi göreceğiz? Birliktelik devam edecek mi?
Son iki bölüme kadar adım adım işlenen dördüncü sezon hikâyesi bende “Jon Snow öldü mü?” etkisi bıraktı. Üç sezon sonunda oluşan atmosferi yerle bir ettiler. Umarım bu yıkıntıların üzerine kurdukları yeni hikâye daha sağlam bir şekilde ilerler.
Mesela şirket kafasının kaybolmasını istiyorum. Daha insancıl bir ortam istiyorum. Capotu’nun yapmak istediklerini gerçekleştirebilmesini istiyorum. Biliyorum çok şey istiyorum ancak asıl istediğim bu birlikteliğin, bu ruhun kaybedilmemesi. Gösterdikleri en insancıl yönteme bile tahammülü olmayan iktidara karşı şiddet içeren bir direnişe yönlenmeleri sistemin sorunudur. Ve asıl güç birlikteliğin olduğu yerde doğar.
Dördüncü sezon aslında yaşadığımız dünyanın prototipi gibiydi. İnsanı suça zorlayan, sömüren, baskılayan bir dünya prototipi.
Son olarak şunu söyleyeceğim. Dizide benim için en keyifli karakter kesinlikle Nicky. Caputo’nun onca çabasına rağmen başarısız olmasını ise hayal kırıklığı olarak niteliyorum. Bir de ana hikayenin dışında tutabileceğimiz, farklı bir yerden izlediğimiz Healy var.
Bu adam bu kadar acınılacak duruma düşecek ne yaptı acaba diyor insan. Onun da bu sezon için hikayesi belirsiz ve acı verici oldu. En ironik karakter kendisi zira.