Şair ‘bende çit sevmeyen bir yan var’ demiş. Festivalseverlerde ise kırmızı halı seven bir yan var. Hele bizde. En mütevazı festivallerde bile bir kırmızı halı ya da halıfleks ya da kırmızı köpüklü malzemeden yolluk parçası olur ve bunun üzerinden yürürken alttan giden kablolardan ve ıvır zıvırdan tökezlememek, hatta düşmemek meseledir. Zamanla tam o kıvrımların olduğu yerler kirlenir de. Bu acıklı ayrıntılar insana ‘elalemin festivali bizi yorar’ cinsinden bir şeyler düşündürür. Cannes’da, Hollywood’da şurda burda serilen kırmızı halıdan yayılan sinemayla ilgili bir cazibe var demek ki; bu bizde 80’lerden sonra ‘mübrem ihtiyaç’ oldu, eskiden vapurda tarak, kalem vb. satanların deyişiyle. Mahrum kaldığımızı düşündüğümüz bütün tüketim, magazin, celebrity vb. glamour’u çığ gibi üzerimize çöktüğünde… 54. Ulusal Yarışma’da yaptığı konuşmada Hülya Uçansu’nun da hatırlattığı gibi 1960’larda Türk sinemateki açıldığında en heyecanla karşılanan konuk Fransız sinemateğini kuran Henri Langlois imiş. Kaç artist hazır bulunuyordu seyirciler arasında merak ederim. Kırmızı halı olmadığından kesinlikle emin gibiyim - gerçi hiçbir şeyden emin olmamak lazım. Halbuki şimdi kırmızı halı ve artist şıkırtısından pırıltısından geçilmiyor ve hatta yerleşik festivallerde eskice yıldızlara para verilerek seyirciyi selamlamaları sağlanıyor.
Antalya Film Festivali’nin ulusal yarışmayı iptal etmesine tepki olarak düzenlenen 54. Ulusal Yarışma’nın kapanış töreninde de her şeyden vardı. Kırmızı halı - gıcır gıcırdı -, pul payet, sevgilileriyle poz veren, her zamanki gibi bukle işini bir türlü tutturamayan sarışın yıldızlar, dekolte siyah elbiselerinden taşan hanımlar, hırpani muhabirler, artistlere tepki olsun diye inadına entel giyinmiş sinema insanları, blucinliler, feci halde takım elbiseliler, yabanlık tek siyah ceketini giymiş ben ve benzerlerim, belki biraz fazla mercimek köftesi ikramı, gayet cömert müskirat ikramı… Fakat olayın gerçekten tatlı tarafı her şeyin bir parodi tadında parıl parıl avizeli, kırmızı halılı sahici bir gece kulübünde (eskiden Kervansaray olan Cahide Müzikhol) geçmesi, ayrıca hem parodi ihtiyacının hem de kırmızı halı ve şıkırtı pırıltı ihtiyacının nispeten rahat bir vicdanla karşılanması idi. Kırmızı halı ve artist resm-i geçidi ile büyüyen kuşak (ki artistlerin bir kısmı da buna dahil) Oscarsız kalamayan bünyelerine ket vurarak asık suratlı bir karşı-merasime dahil olmayacaklardı, kapanış töreniyse kapanış töreni gibi olacaktı! Eskinin ciddi sinefilleri ise kimsenin keyfini bozmamaya hatta bu neşeli curcunadan paylarını almaya, ona da payını vermeye hazırdılar. Nur Sürer’in her tarihi anda hem tasasız hem sahiden şık olduğu gerçeği doğrudan doğruya yarısını blucinine sokuşturduğu yeşil gömleğine yansıyordu. Pek tatlı Tül Akbal’ın sahneden telaffuz ettiği Mr. Gay Syria’ya verilen ödül, bilir misiniz ki onun da benim de dahil olduğumuz kuşağın ‘mentor’ları tarafından telaffuz dahi edilmezdi; ne ödül, ne de işin ‘neşeli’ kısmı. (Hatta belki Mösyö Langlois tarafından dahi.) Neşeli olan aslında herkesti; ortak bir garabete karşı, üstelik bu berbat zamanlarda neşeyle, alayın tadını çıkararak karşı koyanlar.
Parodinin de, curcunanın da özellikle insan tam içindeyken bir ciddiyeti var. (Hadi politikliği demeyelim.) Şu ‘safını seçmiş’ sinema insanları kadar şu şıkır şıkır ‘yıldızlar’ da bu eğlenceli odada toplandıklarına göre burayı seçmişlerdi. (Acaba ‘oraya’ da gitmişler miydi, şüphecilik bunu da akıldan geçirmeyi gerektirir elbette ama neyse ne.) Mesela tabii Meltem Cumbul gitmemişti. Salih Güney miydi o? iki tarafa da gitmiş olabilirdi. Eh, sinema artistliği bir miktar seksi umursamazlık, ‘hem orada hem burada’ olmayı kaldırır. Kadir İnanır’ın seçimini tartışma konusu yapmaya izin vermeyen statüsü ile birlikte ‘bura’yı seçmiş olduğu ortadaydı. Sinemayı, genelde, sinemacıların görsel sanatları takip ettiğinden daha büyük bir ilgiyle takip eden görsel sanatçılar ödül olarak birer iş vermişlerdi. Jüride de vardılar. Gülsün Karamustafa gecede eski Yeşilçam’ı gördüğünü söylerken dolaylı olarak Yeşilçam’a olan ciddi katkılarından da bahsediyordu, bunu unutmamak gerek. Ödüllerin kendilerini sahnede de görmek isterdik tabii ama olmadı- eh Faye Dunaway’in ne yanlışlar yaptığı bu dünyada o kadarı da olur.
Gecenin komik adamı da bütün bu olayı planlayan Kaan Müjdeci idi, hakkını vermek gerekir. Hiç de komik filmler yapmayan birinin bir karşı koyma üslubu olarak böyle eğlenceli bir şeyi akıl etmesi, düzenlemesi hem de an be an tadını çıkarması az şey değil. Öte yandan sinemamızın profesyonel komik adamlarının - ki her festivalde hazır ve nazırdırlar, hatta kimi daha çok ‘burada’ tandanslıdır,- ortada görünmemeleri dikkate değerdi. Demek ki onların komiklik anlayışları aşılmış, bu parodi-protestonun boyutları onları epeyce geride bırakmış. Bir festivalin sunuculuğunu yaparken her mülki amirin ya da zat-ı muhteremin adını saymamanın ne kadar rahatlatıcı bir şey olduğu esprisiyle Korhan Abay onların boşluğunu ferah ferah doldurdu.
Tabii asıl oradaki festivale katılmamakla para ödülü, senaryo atölyeleri, yabancılarla tanışma vb. gibi ‘hediyeleri de reddeden yerleşik ve genç yönetmenleri de unutmamak lazım. Asıl bu çok iyi bir şey. Yalnız bu festivalin ‘Antalya Film Festivalinin Ulusal Yarışmasının yeniden yapılmasına vesile olmasını istemeyi’ pek anlayamıyorum. Bu kadar iyi bir şey bulmuşken, neden devam etmemeli?
FATİH ÖZGÜVEN
Cahide Müzikhol’de düzenlenen ödül töreninde yarışan tüm filmler:
Daha-Yönetmen: Onur Saylak
Benim Varoş Hikayem-Yönetmen: Yunus Ozan Korkut
Kar-Yönetmen: Emre Erdoğdu
Put Şeylere-Yönetmen: Onur Ünlü
Blue-Yönetmen: Sertan Ünver
Körfez-Yönetmen: Emre Yeksan
Mr. Gay Syria-Yönetmen: Ayşe Toprak
Kazananlar:
En İyi Film: Daha
En İyi Yönetmen: Onur Ünlü-Put Şeylere
En İyi Senaryo: Emre Yeksan ve Ahmet Büke-Körfez
En İyi Erkek Oyuncu: Ahmet Mümtaz Taylan, Hayat Van Eck-Daha
En İyi Kadın Oyuncu: Hazar Ergüçlü-Kar
Siyad Ödülü: Mr. Gay Syria
Yıldırım Önal Anı Ödülü: Ayşen Gruda
Emek Ödülü: Fatoş Kurtuluş-Beyoğlu Sineması