Giriş
Muhteşem Yüzyıl yayınlandığı dönemde hem Türkiye'de en çok izlenen ve gündemde kalan dizi olmayı hem de başta Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa coğrafyası olmak üzere sayısız ülkede ulusaşırı bir popülerliğe erişmeyi başardı. Bu başarının ana çeperini biri içsel biri dışsal olmak üzere iki temel dinamik oluşturuyordu. Bu dinamiklerin ilki, harem etrafında örülen entrikalarla ilişkili yaşam ve Süleyman ile Hürrem arasındaki aşk; ikincisi ise diziye dair yapılan muhalif okumalar üzerinden üretilen tartışma alanıydı. Ancak dizinin pek dikkat çekmeyen bir boyutu daha vardı. Bu boyut, muhtemelen sessizce geçiştirilmesini diziye yönelik hakim okumaya borçluydu: Batılı ve Doğulu karakterlerin temsilleri ve bu karakterler arasındaki ilişkilenme biçimleri. İlerleyen sayfalarda yürüteceğim tartışma da "kâfir" ve "Müslüman" karakterlerin nasıl bir temsiliyetle sunulduğu ve bu birbirine tümüyle zıt imgelerde hayat bulan karakterlerin karşılaşmaları ve ilişkilerinin analizi üzerine olacak.
Bu analiz kâfir ve Müslümanın hangi karakterlerde, nasıl sıfatlar ve özelliklerle kurulduğu; bu karakterler arası ilişkilenmenin demokratik mi yoksa hiyerarşik mi bir öz taşıdığı; karakter temsilleri ve ilişkilenme örüntüsünün nasıl bir anlam çerçevesi kurduğu gibi unsurları ortaya çıkarmaya çalışacak. Milliyetçilik ateşinin mütemadiyen harlanmaya devam edildiği bir toplumun oldukça ciddi bir kesimini etkilemiş bu popüler kültür ürününde, bu anlama ve ortaya koyma çabasının son derece kritik ve değerli olacağı kanaatindeyim.
Muhteşem Yüzyıl'da Sınırlar: Biz ve Onlar
Muhteşem Yüzyıl dizisi, ilk bakışta, kendisini şüpheye mahal vermeyecek şekilde çok net ve sabit bir pozisyonda konumlayan, safını en başından izleyiciye dikte edercesine belli eden bir "biz ve onlar" anlatısı olarak tanımlanabilir. İkame edilir şekilde "biz" aynı zamanda Müslüman ve Doğulu anlamlarını; "onlar" ise Batılı, Hristiyan ve kâfir anlamlarını bünyesinde taşımakta. Bu "biz", sınırlarını dini tabiyet üzerinden kuran, dini inancın kimlik kurma noktasında başat ve tek etken olduğu bir “biz”. Öyle ki Osmanlı toplumunda cizye ödeyerek, dolayısıyla hiyerarşik olarak belli bir farkla da olsa tebaaya dahil sayılabilir Yahudi esnaf Joshua Efendi, dizinin anlatısı içerisinde "biz"in bir bileşeni olarak kodlanmıyor. Dizi boyunca kurulan biz cemaatinin içine kabulün tek koşulu ya doğuştan Müslüman olmak ya da Pargalı İbrahim'den ve başta Hürrem olmak üzere diğer cariyelerden de gördüğümüz üzere din değiştirerek Müslümanlığa geçiş yapmak. Biz anlatısının üretildiği en temel yapı ise, bir imparatorluğun iktidar merkezi olarak, kuşkusuz saray; en önemli temsilcisi de Süleyman karakteri ve Süleyman karakterinin nezdinde işlenen sıfatlar. Bu sıfatlar ve sıfatlarla üretilen Müslüman imgesi de, en başta değindiğim konumlanmanın bir ürünü olarak, bir olumlanma, hatta çoğu zaman yüceltme ve onama fikri etrafında ilerleyen bir imge örüntüsüne sahip.
Kâfir ve öteki olanın temsili ise -yazının son bölümünde değineceğim ve tek istisna olarak görülebilecek Leo karakteri ve sanat alanı haricinde- anlatı boyunca negatif bir öz taşıyan; olumsuzlanarak, aşağılanarak, şeytanlaştırılarak çiziliyor. Aynı zamanda dizi boyunca temel anlatı biçimi olarak izi sürülen düalist anlatının bir parçası olarak, sadece bir olumsuzlanma olarak kalmayıp, Müslüman olanın olumlanmasının da çekirdeğini oluşturuyor. İyi, anlamını kötünün, kötü ise iyinin karşıtlığında kazanıyor; Batılı olan karardıkça Doğulu olan aydınlanıyor. Bu bağlamda denilebilir ki, gayrimüslimin Müslümanla olan ilişkisi, işlevsellik üzerinden sağlanıyor: Gayrimüslim karakterler aracı işlevi görüyorlarsa, özel bir yeteneğe mazharlarsa ya da Müslümana yönelik bir anlam kurulacaksa izleyicinin karşısına çıkarılıyorlar. Osmanlı'nın ihtiyaçlarını giderdikleri veya Osmanlıları ihya ettikleri takdirde anlatıya çağırılıyorlar. Bu ilişkilenme biçimi, aradaki kontrastın sürekli olarak vurgulanması ve yeniden üretilmesiyle dizi boyu tekrar tekrar işleniyor. Bu ilişkilenme aynı zamanda erkek karakterler arasında cereyan eden bir karşılaşmalar izleğine sahip. Hemen hemen tüm karşılaşma alanlarında erkek karakterler üzerinden anlatı kurulur ve birazdan değineceğim karşılaşma alanlarının tümü “yüksek akıl” erkeğin denetiminde olan alanlar olarak göze çarparken; kadınlar bu "kıymetli" alanların dışında, daha gündelik hayat pratiklerinin etrafında birer figüran olarak karşımıza çıkıyor.
Müslüman ve kâfir arasındaki etkileşim siyaset, ticaret ve sanat olmak üzere üç alanda kuruluyor, ancak bu alanlar birbiriyle kimi zaman tümüyle temassız kimi zaman da kimi karakterlerde son derece geçirgen bir ilişkinin nüvelerini taşıyor. Misal Elçi Monçeligo ve Sinyor Gritti hem siyaset hem ticaret başlığında ele alınabilecek karakterler. Dolayısıyla bu ayrımları birer etkileşim alanı olarak akılda tutmak, ancak çok da bağlayıcı olarak okumamak gerekmekte.