Senin çok başarıyla canlandırdığın Mr. Big ise, bütün o tutarsızlıkları, bir gün Carrie’nin kapısına doğum günü balonlarıyla dayanması, bir sonraki gün Paris’e taşınması, pat diye Natasha ile evlenmesi ve sonra gidip onu Carrie’yle aldatması, Carrie onun için ölürken dünyanın en uzak adamı olup, Carrie onunla bir gece geçirmek istediğinde o geceyi “Ben seni bu kadar üzmüş olabilir miyim?” diye konuşarak geçirmesi, Carrie’nin çok güzel anlattığı gibi onun mutlu olma ihtimalini her gördüğünde bunu mahvetmek için yaşamasıyla, yoldan geçen hangi kadına sorsan ‘aynısı kaynımda var’ denebilecek kadar sıradan bir erkek. Evet çok zengin, Carrie’nin parası bittiğinde ona sınırsız bir miktarı bir çekle verebiliyor, şoförlü limuzinle gezip smokinlerle dolanıyor, bir saniyede Paris’e gidip Carrie’yi mutsuzluğundan çekip çıkarıyor, ve yine de herkese kendi hayatında birini hatırlatıyor. Halbuki biz de Ziyagil ailesi değiliz, bu kadar havalı bir adama biraz yabancılaşmış olmamız gerekirdi, ama işte Mr. Big’in o mütemadiyen karışık kafası ve yaptıkları o kadar günlük olaylar ki, New York’ta değil karşı sokakta geçiyor adeta.