Dizi sektörünün olmazsa olmazlarıdır aşık çiftler. Nice dizilerin çiftleri ekranlara damga vurmuş, peşlerinden kitleleri süreklemiştir. Bu sezon ise bir çift öyle bir fırtına estirdi ki yazmazsak olmaz.
VatanımSensin’in genç karakterlerinden Hilal ve Leon’un arasındaki aşka yediden yetmişe herkes kapılmış durumda.Ana çift olmamalarına, koca bölümde birlikte hepi topu maksimum üç--dört dakika. sahneleri olmasına rağmen sosyal medyayı kasıp kavuruyorlar. Öyle ki geçtiğimiz günlerde yapılan sosyal medya veri açıklamalarına göre mayıs ayında çift içim bir milyondan fazla tweet atılmış.
Bu #’HiLeon çılgınlığının nedenine gelin birlikte bakalım ;)
Türk televizyonlarının son dönemeçte içinde bulunduğu hali daha önce dile getirmiştim. Bizim ekranlarımızda tutan bir işin anında onlarca kopyasının belirmesi gibi bir gerçek var. Bir dönem fakir kız – zengin çocuk klişesinden gidildi, sonra yasak aşklara girildi, son üç senedir de yaz dizilerinde snob patron ve onun hafif sakar/saf asistanı şeklinde devam ediliyor.
Türk televizyonları bu şekilde evrilirken dünya, haliyle ülke ve de izleyici de evrildi. Globalleşmenin bir sonucu olarak çok çabuk adapte oluyor ve çok çabuk tüketiyoruz. Doyumsuz bir iştahımız var, sabretmeye niyetimiz yok. Birikim yapmak yerine, tüketim yaptığımız, toplumsal yapıdan dolayı yozlaşarak tükettiğimiz için anormal olanı normal, normal olanı anormal algılıyoruz. HiLeon tam bu toplumsal travmanın doruk noktasına ulaştığı dönemde geldi. Bana kalırsa bu ikilinin dikkat çekmesinin temel nedenlerinden en önemlisi Hilal ve Leon karakterlerinin bireysel olarak izleyiciye sundukları.
Hilal karakteri ekranda görünen tüm diğer hemcinslerinin aksine fiziksel güzelliği ile öne çıkan bir kadın değil. Onu ayrı tutan bir özelliği var; aşk Hilal’in hayatının merkezinde değil. Hilal,bireysel arzularına köle olmuş ve bu uğurda kendini kaptırtmış bir kadın değil. Hilal’in bir ideali var. Hilal ideali için uğraş veriyor ve bunu yaparken bir erkeğin yardımına ihtiyaç duymuyor. Hilal yazıyor efendiler! İşgale uğramış ülkesinde kitleleri aydınlatmak ve harekete geçirmek için en etkili silahı, kalemi kullanıyor.
Düşünüyor, okuyor, çabalıyor ve susmuyor. Hilal aynı zamanda aşık ama aşkı uğruna benliğinden ödün verip, dünyasının merkezine aşkı koymuyor. Ekrandaki diğer tüm hemcinslerinin hayatlarındaki en önemli aktivite merkezi aşk iken Hilal, ideallerinin gerisinde aşkını bırakıp, sevdiği adama “Bu toprakların kurtuluşunu görmezsem ölürüm,” diyor. Hilal, aşk için ölmüyor, vatanının hürriyeti için ölmeyi ise her daim göze alıyor. Aslında normal olan Hilal iken, tüketmeye alışmış ve sürekli olarak anormale güdülenmiş izleyiciye Hilal çok değişik ve farklı bir karakter gibi geliyor. Bu noktada bu farklı genç kadının aşka düşüşü de merak uyandırıyor.
Teğmen Leon ise bu aşık çiftin diğer yarısı. Leon bir idealist, duygusal, centilmen, eğitimli ve donanımlı. Zarif bir ruhu, çocukluktan gelen yaraları ve de ailesinin yaşadığı travmadan ötürü defoları var. Leon incinse de incitmeyen türden bir adam. Düşman bellediği millete ait her şeyi elinin tersi ile itmektense, onları inceleyip, anlamayı deneyecek kadar olgun. Peki ekranlardaki hemcinslerinin aksine Leon neden bu kadar ilgi topluyor? Çünkü Leon cool bir karakter çizmek adına cinsiyet ayrımını buran buran körükleyen çakma Romeolardan değil. Leon, sevdiği ve istediğini almak için kırıp/döken ya da gurur adı altında karşısındaki ezen bir adam da değil. Sevdiğini söylemekten, sevdiği için feragat etmekten geri duran bir adam değil Leon.
Kırgın olsa da, üzgün olsa da, öfkeli olsa da her daim kendine çizdiği bir sınır olan ve o sınırı koruyan bir insan. Tam bir beyefendi, tam bir centilmen. Sevdiği kadının onun peşinde köle olmasındansa vasıflarından gururlanan ve en çok da bunun için sevdiğine bağlanan bir adam Leon. Leon, Hilal’i güzel olduğundan değil, aşk için kendini kaybettiğinden değil, karşısında şapşallık yaptığından, göze girmek için kendini paraladığından değil; Hilal’i idealleri olduğu, idealleri için uğraş verdiği ama en çok kendi kalabildiği için seviyor. Normalde her daim görmemiz ve alışık olmamız gereken Leon, bize farklı geliyor.
İki karakterin bireysel farklıları zaten ilgi çekici iken bir de ikisi yan yana geldiği anda oluşan harmoni ise izleyiciyi büyülüyor. Diğer tüm çiftlerin aksine klasik aşk temasının dışında ortada öncelikle savaşın erken büyüttüğü iki ruhun birbirini bulması var. Bu ikilinin arasında din, dil, milliyet ayrımı ve de koca bir işgal var. Biri işgal eden, diğeri ise işgal edilen tarafta. Biri silahlı, diğeri ise silahsız…
Biri kendince sahip olduğu idealarına ulaşmak için, babasının ona biçtiği rolü üstlenerek silah tutmayı göze almışken, diğeri ise idealarına ulaşmak için kalemini oynatıp, baş kaldırmayı göze almış durumda.
Aralarındaki farklılıklara rağmen en nihayetinde ruhları birbirine değen bu ikilinin belki de en güzel yanı, birbirlerini bambaşka bir şeye dönüştürmek için çabalamak yerine, birbirlerinin tamamlayıcısı olmaları.
Ekranlardaki yüzlerce aşk hikayesinde izlediğimiz sorunlu geçmişe sahip, ukala erkek karakterin zamanla aşkla düzelmesi klişesinin tersine. Birbirlerinin eksik oldukları noktada, birbirlerine ayna tutup, bütünü oluşturuyorlar.
Duygusal ve merhametli kişiliğinin üzerine zırh gibi geçirdiği üniforma ile İzmir’e ayak basan Leon, çocukluk arkadaşının infaz emrini vermesinin ardından yıkım yaşarken, o infaza isyan edip hıçkırıklara boğulan Hilal oluyor. Leon, amaca ulaşmada ortama uymayı ve boyun eğmeyi göze alırken Hilal, Leon’a isyan etmeyi ve kabuğunu kırmayı öğretiyor. Gördüğü ilk anda çakılı kaldığı mavi gözlerin herkes susarken işgalin haksızlığını haykırması, oturdukları yemek masasında Leon’un ilgisini çekiyor. Leon aslolan kimliğini Hilal ile serbest bırakırken Hilal, düşünsel anlamda Leon sayesinde pişiyor. Yaşadıkları işgalin haksızlığına kendini kaptıran Hilal, ilk defa karşı tarafın da işgale uğradığını Leon’dan duyuyor, düşmanın da acı çektiğini Leon’dan işitiyor; Hilal’in devletinin de gencecik kızların felaketine sebep olduğunu Leon’un kelimeleriyle idrak ediyor. Dünyanın başka renklerinin olduğunu, nefretin insanı körelttiğini ama her şeyden evvel Hilal, bir kadın olduğunu ilk Leon’a birlikte keşfediyor.
Basit diyaloglar yerine Kafka’lar, Sadi’ler havada uçuyor bu çiftte. Anlamsız yanlış anlaşılmalar ve üçüncü sınıf kıskançlık senaryolarının yerine çok daha derine inen bir diyalog gelişmiş durumda ikili arasında.
Fikren çatışmalar yaşıyorlar belki ama orta yolu bulabiliyorlar.
“Neden kaçıyorsun Hilal?” diye sorarak Leon, aralarındaki sorunu tartışarak halletmeleri gerektiğini vurguluyor mesela.
Her şeyden öte her ikisi de, sorumlulukları için birbirlerine veda etmeyi göze alabiliyorlar. Hilal vatanının hürriyeti için kalabilirken, Leon annesinin yalnız kalmaması için gidebiliyor.
İzleyici ise tüm bu sarmal içinde dilleri farklı olsa da, aynı ninni ile uykuya dalmış bu iki insanın aslında öznel bütünlüğüne kapılıp gidiyor.
Tüm bunlardan ziyade her iki karakter Boran Kuzum ve Miray Daner’in eşsiz performansları ile öyle bir canlandırılıyor ki ikilinin her bir mimiği ayrıca analiz ediliyor.
HiLeon,bir fırtına gibi izleyici götürüyor çünkü çift, insani duyguları bir çırpıda tüketmiyor. Bu çift, aslında olmamız gerekeni bize sunup, ne kadar anormalleştiğimizi gözler önüne seriyor.
Tekrarlayalım o zaman: Onları bu kadar özel kılan imkansız aşktan ziyade, ekrandaki çiftlerin aksine, bireysel anlamda kendileri olarak kalabilirken, yan yana geldikleri anda bütünü oluşturmaları. Leon, Hilal’i olduğu gibi kabul edebiliyorken ve onu en çok olduğu gibi seviyorken Hilal, Leon’un üniformasının altındaki ruhunu görebiliyor ve düşman kimliğindeki adama alt benliği Halit İkbal’in kimliğini hiç tereddüt etmeden ifşa ediyor. Birbirlerini değiştirmeye çalışmıyorlar, onlar başlatmadıkları savaşın bitmesi ve birbirlerine kavuşmak için çabalıyorlar.
DARMODY