Bir intikam hikâyesi idi Suskunlar ve hikâyenin beş kahramanı vardı. Ecevit, Bilal, İbo, Zeki ve Ahu… Hepsinin heybesinde taşıdığı acılar aynıydı, Ahu’nun bile. Ecevit –namı diğer Şerif- hapishanede yaşadıklarından sonra herkesi ve her şeyi gerisinde bırakıp terk etmişti. Çalışmış, çabalamıştı. Kendisine yepyeni bir hayat kurmuştu. Ya da o öyle zannediyordu. Ama “hatırlamak unutmaktan daha zor” idi. Ecevit de hatırlamıştı bir kere… Bilal -yani bizim Sarı- büyümüştü hapishanede yaşadıklarından sonra, o tekne kazıntısı değildi artık. Ya da o öyle zannediyordu. Çünkü içindeki çocuk hep muhtaçtı bir şeylere, en çok da sevgiye muhtaçtı. Muhtaç olduğu sevgiyi de Ahu’da arıyordu. Ahu, ekibin “yaralı ceylanı” idi. Küçük yaşta gelmişti Kuyudibi’ne ve evi bilmişti orayı… Her hane ailesi, sokakları evinin koridorlarıydı. Kendi yaralarını bir kenara bırakıp Ecevit’in, Bilal’in, İbo’nun yarasını sarmaya çalışmıştı. Kimse üzülmesin istiyordu. Bilal’in muhtaç olduğu sevgiyi de veriyordu O’na, ama yalnızca bir kişiye âşıktı. Ecevit’e… İbo -bizim leblebici Iska- ekibin en naifiydi. Belki de hala çocuk kalabilen, içinde o masumiyeti barındırabilen tek kişiydi. Çocuklar gibi seviniyor, seviyordu. İnsanları kahkahadan çok gözyaşları bağlar birbirine, acılar bir arada tutar. Bir insan sana yarasını gösteriyorsa, sen o yarayı iyileştirmek istiyorsan o kopmayacak bağı kurdun demektir. Ortak acılar, ortak hüzünler doğurmaz mı zaten ortak sevinçleri? “Çünkü kaybolanlar birbirlerini yara izinden bulur.”