Sadece başrollerin değil, her karakterin çok renkli olduğu bir dizidir Gilmore Girls. Miss Patty’den Babette’e, Taylor Doose’dan Kirk ve Lulu’ya kadar boş geçen tek bir karakter yoktur, hiçbirini izlerken bitse de gitse izlenmez. Koreli Lane’in, hele de Rory’le karşılaştırılınca ne kadar baskı altında yetiştiğini ve buna rağmen Rory’nin on katı bir asilikle yaşadığını görüp buna bayılırız. Luke’un dertli ergen yeğeni Jess’in, o dünyalar uysalı Rory’ye nasıl aşık olduğunu, bu aşkla nasıl değiştiğini izleriz. Rory’nin de hiç o göründüğü uysal kız olmadığını, Jess’le nasıl baş ettiğini görüp ona hayran kalırız. Lorelai’ın zengin ve elit anne babası ile olan ilişkisini, yıllarca onlarla nasıl görüşmediğini, Rory’nin Chilton’a başlamasıyla hepsini nasıl değiştirdiğini, birbirleriyle itişe kakışa da olsa aslında ne kadar sevgiyle yaşadıklarını görürüz.
Bir de Luke ve Lorelai aşkı vardır tabii, dizi tarihinin en bayıldığım çiftidir o ikisi. Dünyanın en düz adamı gibi görünen Luke’un, aşırı rengarenk bir kadın olan Lorelai’a harika bağlılığı, tanıştıkları gün Lorelai’ın ona verdiği burç sayfasını yıllarca cüzdanında taşıyacak kadar duygusal bir adam oluşuyla açıklanabilir mesela. Başka başka insanlarla olmayı deneyip bunu birbirlerinin gözlerinin önünde yaşadıktan sonra nihayet sevgili olduklarında, bu günün geleceğini en başından beri tabii ki bilen kasaba halkının bu beraberliği kasaba toplantısında oylama ile tartışması Stars Hollow’un büyük güzelliklerindendir sonra.
Yeni bölümler bir an evvel başlasın, Rory’nin mezuniyet sonrası hayatını, Lorelai&Luke aşkında son durumu, bir çocukları olup olmadığını görelim. Her mevsimi ayrı ayrı yaşayalım. Bol bol kahve içerek izleyelim.