Netflix’de 1 Aralık itibariyle nefis bir Alman dizisi yayında. Dark, küçük, güvenli ve düzenli bir kasaba olan Winden’de çocukların ortadan kaybolmasını ve birbirine çeşitli nedenlerle bağlı olan dört ailenin çocukların akıbetinin yanı sıra kendi kimliklerini ve geçmişlerini araştırmalarını konu alıyor. Tüm bunlar olurken de kasabanın günahları ve sırları tek tek ortaya çıkıyor.
Dark, çocukların kendilerine ait bir dünya kurması, bisikletlerle dolaşmaları, doğaüstü olaylar, 80’li yıllara atıfta bulunması nedeniyle ilk bakışta size Stranger Things’in Alman versiyonu gibi gelebilir ama aslına bakarsanız çok daha derin. Dark, son derece şık ve gergin bir yapım; zamanda yolculuk, metafizik temaları, yas, suçluluk ve aile temaları arasında gidip geliyor.
Çok kısaca kim kimdir, ne oluyor size anlatayım:
Winden ormanın dibinde herkesin birbirini tanıdığı, çok sakin bir kasabadır. Nükleer enerji santralinin yanı başında yer alması dışında (ki bunlardan 17’si Almanya çapında 2022’de kapatılacaklar) ilk bakışta sinir bozucu bir durumu yoktur.
Derken bir gün ortadan küçük Erik (Paul Radom) kaybolur, kasabada seferberlik ilan edilir her yere posterler asılır. Birbirine çeşitli ilişkiler yüzünden bağlı olan üç farklı ailenin çocukları ise bu kaybın etkilerini yaşar. Ebeveynler ise toplumun önde gelen fertlerindendir; biri polis detektifi, öbürü lise müdürü diğeri ise çocuk terapistidir. Hikâyeler birbirine örülürken, evlerin içindeki üzgün insanları tanımaya başlarız ve yeni bilgiler ediniriz. Kasabanın genç Jonas’ın (Louis Hoffman)’ın babası Michael’ın (Rudolph Sebastian) intiharının yaralarını daha yeni sarmaya çalıştığına ayrıca tanık oluruz.
Dizi Einstein’ın “Geçmiş, şimdi ve geleceğin arasındaki ayrım yalnızca yanılsamadır, ancak vazgeçilmezdir.” sözleriyle açılarak, zamanın esnekliğinin ve kaderin tüm sırları ve gerçekleri ortaya çıkaracağı işaret ediliyor. Ebeveynler hayatın gündelik zorluklarının üstesinden gelmenin yanı sıra geçmişlerinde de debelenmek zorundadır. Diğer yandan liseye giden çocukların da hikâyeleri eşit biçimde aktarılır, böylece kasabanın karşı karşıya kaldığı tehlikenin yalnızca şimdiki ya da geçmiş zamanla ilgili olmadığını, hepsinin iç içe geçtiğini görürüz. Kasvetli bir açılış yapan dizi bizleri doğaüstü bir dünyaya davet ederken, yeni dul kalmış anne Hannah (Maja Schöne), lisenin kötü çocuğu Bartosz (Paul Lux), zor zamanlar geçiren müdür Katharina (Jördis Triebel) ve diğer karakterlerin hikâyelerini yavaş yavaş öğrenmeye başlarız.
Dark esas olarak hakkında konuşmayı reddettiği ve kaçtığı bir şey tarafından lanetlenen bir kasabanın hikâyesini anlatıyor. Dolayısıyla sevgili Ekranellacılar bir psikanalizle dizi çözümleme programını daha açıyoruz. Freud, Lacan, Jung burada mı? Hepsine saygılarımı sunarım, dizinin büyük bir kısmı onları ilgilendiriyor çünkü.
Kimi sinema ve televizyon eleştirmenleri sinema ile olan ilişkimizi incelerken psikanalizi faydalı bir yöntem olarak görüyorlar. Rüyalarımızda da görüntülere dayanarak hikâye anlatıldığından yola çıkarak böyle engin deryalara açılıyorlar.
Dizide ormanın derinliklerde yer alan mağaraları sıklıkla göreceksiniz. Hayır, efendim bu kadarı spoiler sayılmaz. Zaten ben de üç bölüm izledim, ne olduğuna dair size bilgi vermedim.
Mitlerde, efsanelerde mağaraların önemli bir rolü var. Ali Baba ve 40 Haramiler, Yedi Uyurlar gibi sayısız hikâye var. Peygamberler, dervişler hep mağaralara çekilirler biliyorsunuz; Hz. İsa bir mağarada doğdu ve öldü, Hz. Muhammed’e vahiyler mağarada gelmeye başladı. Mağara çoğu zaman kalbi simgeler ve ego ile özbenliğin buluştuğu yer de burası denebilir. Ayrıca rahmi yani doğumun filizlendiği yeri temsil eder mağara. Kimi rönesans resimlerinde ise İsa’nın anne rahmine düşmesi mağara içinde çakan şimşeklerle anlatılıyor, gök baba, dünya anne gibi yani. Bu gebelik ise fiziksel bir durumdan daha çok metaforik olarak süper ego eğer izin verirse, yeni bir düzenin ortaya çıkışı yeni bir şeye hayat vermek olarak okunmalı.
Diğer yandan terapistler mağaralı rüyaları, derin bir katman tabakasında anne rahmine dönerek hayatın anlamını aramak şeklinde yorumlayabiliyor. Mağaraya girmek, anne rahmine geri dönmek olarak görülür. Jung’a göre ise mağara, güvenli ve zaptedilemeyen haliyle bilinçaltımızdır. Bu yüzden sevgili Ekranellacılar, dizimizdeki mağaralarda yeraltı dünyasına giden gizli yolların yanı sıra kahramanlarımızı ışığa çıkaracak olan güçleri de bulacaksınız.
Ayrıca dizimiz; bu insancağızların bastırılmış, bilinç dışına itilmiş ne korkuları var? Neden korkuyorlar? Niye bir kasaba dolusu insan bir girdaba kapılmış durumda? Birlikte yaşama uyum sağlamak için hangi arzularını bastırıyorlar? Diğerlerine göre kimliklerini geliştirdiklerine göre derinlerde acaba neler yatıyor? gibi bütün soruları biz fark etmeden oya gibi işliyor.
Diğer yandan yukarıda yazdıklarımı çok da ciddiye almayın derim, benimki sadece bir yaklaşım, söylediklerimin ispat edilebilir bir tarafı da yok. Zira hiçbir zaman tam olarak ne olduğunu bilemeyeceğimiz bilinçaltı fikrine dayanıyor. Ama bu da bir bakış yolu.
Dark, Netflix’in ilk Alman orijinal dizisi. Bu karanlık havalarda yapılacak en güzel şeylerden biri sosisi, patatesi, birayı alıp Netflix izlemek bence. Şimdiden iyi seyirler dilerim.
DEFNE AKMAN