Geçtiğimiz hafta Oya Aydoğan’ı kaybettik. Oya Aydoğan, yalnızca oyuncu, şarkıcı ve televizyoncu kimliğiyle değil, iyiliği ve tatlılığı ile gönüllerde yer edinmiş bir sanatçıydı. Yırtıcı, kerameti kendinden menkul, kendine hayran insanlardan oluşan insanların ağırlıkta olduğu bir işkolunda sakinliği, olgunluğu, mütevazılığı ve zekâsıyla ayrılan istisnai bir insandı.
Oya Aydoğan’ın hastaneye yatmasıyla birlikte magazin basını ve ünlüler dünyasında dehşet bir hareketlenme yaşandı. Bu elbette, çatışma üzerine kurulu bir toplumda şaşırtıcı bir durum değil. Bu kadar taze ve üzücü bir olayda, elbette hassasiyetler vardır, kişilerin üzüntülerinin derecesini yargılamak da kimseye düşmez. Bununla birlikte sabah kuşağında magazin programlarında görülen tablo, herkesin vaziyetten bir parça kopartmaya çalıştığı.
Şöhretlerin kamuoyuna mal olmuş kişiler olduğu gerçeği üzerinden hareket edersek, ölümlerinin kitlesel yas olarak yaşanması anlaşılır bir şey. Ölüme tepki vermek artık bir tek ana akım ve geleneksel medyayla sınırlı değil, sosyal medya kullanıcıları da ünlü birinin kaybı sonucunda yorum yapanlar kervanına katılıyor. Dünyayla bağlantıya geçmek arzumuz, web sitelerinin ve içerik havuzlarının kendilerini göstermek çabası hepsi aynı çarkın bir parçası.
Oya Aydoğan hastaneye yatar yatmaz, Beyaz TV’de Söylemezsem Olmaz programında Sinan Özedincik ve Bircan İpek’le birlikte aynı masayı paylaştıkları Lerzan Mutlu ile anlaşamadıkları, kavga ettikleri yönünde haberler ve söylentiler yansıtıldı. Oya Aydoğan’a yakınlığı ile bilinen Bülent Ersoy, “canlı yayınını basarım” gibi bir açıklama yaptı. Ardından Lerzan Mutlu, rakip kanallardaki programcılar Müge Dağıstanlı ve Deniz Akkaya’ya sert çıkışlarda bulundu. Müge Dağıstanlı’ya ve Bülent Ersoy’a dava açtığını açıkladı.
Ünlü biri hastalandığı, öldüğü zaman kim geldi, kim gitti, kim kaç saat kaldı, kim yalnızca bir kere ziyaret etti, kim daha çok perişan oldu haberleri hep yapılır, bilirsiniz. Hastaneler, cenazeler bir tür kokteyl, açılış partisi görevi görür. Kuşkusuz ünlülerin ölümlerine toplu halde üzülmek bir dayanışma. Öte yandan ister istemez insanın aklına ünsüzlerin ölümü ve acılarına yönelik kayıtsızlık da geliyor.
Ölümün aniliği, haber merkezlerinin doğru zamanda yayın yapması, doğru tonu tutturması gibi gereklilikleri de beraberinde getiriyor. Örneğin Prince’le ilgili haber taslağının ölümü açıklanmadan hazırlanması, haberin bilgileri doğrulandıktan sonra şekillenip yayınlanması gibi. Associated Press’te belki binlerce önceden hazırlanmış anma yazıları bekliyor.
Biz seyircilere gelecek olursak, ölümler para ve başarının mutluluğun garantisi olmadığını işaret ettiği için şöhretin trajik boyutunu hatırlatan olaylar. Bu, elbette çok bilinen bir gerçek, ancak yüzeysel eğlence dünyasında hep unutuluyor.
Demiyorum ki sosyal medyada ya da televizyonda yas tutmanın geçerli bir yolu yoktur, tüm kamuoyuna yönelik ifadeler ucuzdur. Kişisel olarak tanımadığımız ama kamuoyuna mal olmuş bir kişi, takipçilerin ve hayranlarının hayatını elbette derinden etkilemiş olabilir. Ama John Green’in de yazdığı gibi “Anladım ki cenazeler ölenler için değil, geride kalanlar içinmiş.”
Ölenleri onurlandırabilir, anabilir, gündemde tutabiliriz. Ama tavrımız, yastan ziyade kendimizin bir yansımasıdır.
Siz nasıl hatırlanmak istersiniz?
*John Greene- Aynı Yıldızın Altında