Oya Aydoğan bir efsaneydi; efsane tabirinin cömertçe kullanıldığı bu dönemde tırnaklarıyla kazıyarak hak etmişti bu tahtı. Aydoğan’ın bir başka özelliği de ‘Oya olmak’ tabirini gündelik dile (özellikle de gay lingo’suna) katmasıydı–ünlülerin en yakınında bulunan sadık arkadaşlarına verilen isim. Bülent Ersoy’un Oya’sı Oya Aydoğan’dı. Ne ilginç değil mi, Nükhet Duru’nun da bir Oya’sı vardı ve adı Oya Germen!
Hatırlıyorum, yıllar önce Ercan Arıklı’nın yayıncısı olduğu Vizyon dergisinde Muammer Brav onunla bir söyleşi yapmıştı. İçinde gaylerin sık sık kullandığı lubunya, madilik gibi kelimeler de geçen ‘gullüm’ bir söyleşiydi. Rahmetli Arıklı yazıyı okuyup “Yavrucuğum bu kelimeler ne demek?” diye şaşırmıştı. Oya Aydoğan aynı zamanda bir gay kraliçesiydi; ticari kazanç uğruna gay kraliçeliğini profesyonel olarak seçenlerden çok daha önce ‘lubunyaların’ gönlünü kazanmıştı.
10 seneden fazla olmuş herhalde, dipfrizden bu eski yazımı buldum. Çetin Altan gibi ‘40 sene önceki bir yazı’ notuyla Oya Aydoğan’ın anısına yayımlıyorum ama… Bir yandan da Oya olmakla ilgili bir kere söz alınır sanki…
Kusurlarıyla, eksikleriyle bir yazı, ama hatırlamak için.
***
Bazıları: Gidemez tek başına filme, oturamaz restoranda tek kişilik masada, yalnız tatile de çıkamazlar, alışverişe de. Halbuki yalnızlık önemli bir meziyettir, ayrı bir yetenek gerektirir. Kahramancadır: Gitmek bir Japon restoranına tek başına, herkesin çiftleştiği, çift olarak gezdiği ve sadece çift olarak kendini tanımlayabildiği bir dünyada. Oysa vardır bir kadeh şarap içip bir cafe köşesinde kitap okumanın, hatta saatlerce okumanın ayrı bir keyfi.
Yine de tek başına hayatı sürdürmenin bazı engelleri de vardır. Kendinin dışarıdan nasıl göründüğünü gözünde canlandırma hali. Bu durum içinden çıkılmaz bir kendi-kendini-bedbahtlama hali değildir de nedir?
Halbuki ne gerekir insanın tek başına bir hayat sürdürebilmesi için. Fazla da değildir tek başınaların hayattan beklentileri; illa boynu bükük-gözü yaşlı-tek başına olunacak değil.
Ya da Bülent Ersoy. Yapamazsanız hiçbir şeyi bir başınıza, istemezsiniz. Açar telefonu –acil durum– çağırırsınız Oya Aydoğan’ı. Başınız mı ağrıdı, ara Oya’yı. Cam mı kırıldı, Oya bilir. Sokağa mı çıkılacak, gelsin Oya. Sinirler mi bozuldu, Oya’dan çıkar hıncını. Canın mı sıkılıyor, söyle Oya toplasın gay arkadaşları muhabbete. Konser mi var, kuliste yanında Oya olsun da enerji versin. Oya Aydoğan yoksa başka bir “Oya.”
Oya Aydoğanlık bir meslek, konum, mertebe, hatta bir kurumsallık: Her an el altında hazır ve nazır bir kurtarıcıdır “Oya.” Yer yer jestler de yapılır tabii: Oya Aydoğan konsere Viyana’ya gidiyor diyelim (şaka değil, gerçekten çıkıyor böyle Avrupa fetihlerine zaman zaman) o zaman da Bülent Ersoy ona eşlik ediyor. Bir tür karşılıklı dayanışma hali.
Oya Aydoğan’ın gerçeği her zaman Bülent Ersoy’un yanındadır ama kendi kendine de bir imge, bir muhteşem-kahraman kadın kimliği inşa etmiştir. Fransız Lisesi’nden mezun olma başarısını (tek ennn büyük zafer) tekrarlar durur mesela mümkün mertebe. Tek bir iyi filmi yoktur, ama hayatımızda da hep vardır. Onun samimiyetidir zaten bizi çeken; güldüren, bağlayan ve bir şekilde Oya’ya kendimizi teslim etmemizi sağlayan. Ve tabii araları açılsa da zaman zaman Bülent Ersoy’un ondan bir türlü vazgeçemesinin sebebi: Ancak bir Oya yalnızlık yeteneksizini girdaptan kurtabilecek kadar mücadelecidir çünkü.
Var mıdır Oya Aydoğanlık mesleğinde bir emek sömürüsü, bir baskı peki? Elbette ama iki tarafın da görmezden geldiği, sessiz anlaşma sayesinde telaffuz edilmez dertler. “Oya” (bu mesleği icra edenlerin kısaca adı) her zaman efendisine bağlı, saygılı, emrine amade olma durumunda. Mecbur değildir. Ama eğer reddederse Bülent’in şerrinden, şiddetinden, öfkesinden, hatta bunalımından kurtulamaz. Kurtulmak da istemez aslında, Oya’nın da hoşuna gider bu durum.
“Oya”nın iyileri yanında yer alacakları kişilerin zaaflarından zevk almaz, kendilerini efendileriyle tanımlamaz.
“Oya”yı yanlış yorumlayanlar, kendilerine bilmeden Oya Aydoğan tutma amacıyla yola çıkanlar yanılırlar: “Oya”lığı çanta taşımak, evi derleyip toplamak, davetlerde eşlik etmek diye yorumlarlar. Yanlarındaki Oya’nın parlamasını istemezler. Silik karakterlerle döşerler çevrelerini. Onların Oya’sı biraz sivrilmeye, kendi kendine bir şey yapmaya çalışınca da yok etme mekanizmaları devreye girer, gönderirler, yeni bir Oya yaratmaya çalışırlar.
Gönül Yazar da kendince Oya sahiplerindendir mesela. Davetlerde yanında habire “vokalistiyle” dolaşır; sanki orada aniden konser verecekmiş gibi. Ya da Haldun Dormen’i bir yerde görse insan hemen öğrencisiyle de tanışır; bitmek bilmez bir tiyatro eğitiminin devamı. Ajda Pekkan da yanında yönetmen Ayşe Ersayın olmadan adım atmaz, atamaz ki; ne zaman klip çekecekleri belli olmayacağı için.
Hiçbiri Oya Aydoğan gibi değildir ama; gerçek Oya’nın enerjisi, kuvveti, imgesi, etkisi yoktur. Aşkta da, işte de, sokakta da, rüyada da, sofrada da – kızdığında, sevindiğinde, ağladığında, ihtiyacın olduğunda, delirdiğinde, bağırmak üzereyken yalnızlık yeteneksizinin karşısında daima bir Oya vardır ve Xanax etkisi yapan bir kadındır.