Fazlasıyla Amerikan Bir Suç Hikayesi
Öncelikle biraz bilgi, American Crime Story’nin ne kadar Amerikan olduğunu anlamak için OJ Simpson’ın ne derece büyük bir yıldız olduğunu kavramak gerekiyor belki de. Diziye başlamadan önce davanın içeriği ve nasıl sonuçlandığı dışında pek bir bilgim yoktu açıkçası, bir de sıklıkla dile getirilen esasen fazlasıyla kişisel bir bağlantı: NBA tarihinin en önemli süperstarı Michael Jordan’ın basketbolu bırakmasından sonra ilk NBA Finalleri Houston’la New York arasında oynanırken yayıncı kuruluş final maçını ekranın alt köşesine ufacık alıp, OJ Simpson’ın polis arabaları tarafından takip edilmesini yayınlamaya başlar.
Olanları ilk okuduğumda NBA sever genç dimağıma anlamsız gelmişti tabii. “Mis gibi maç varken, OJ Simpson da kim yahu?” OJ Simpson ABD’nin açık ara en çok izlenen sporu Amerikan Futbolu’nun tarihindeki en önemli yıldızlarından biri. Üstelik aynı zamanda bir aktör, TV personası ve film yapımcısı. Hani karşılaştırmak gibi olmasın da ligimizde yıllarca başarıyla oynamış, üstüne üstlük film ve TV kariyeri de yapmış bir yerli futbolcunun – Burayı herhangi bir isim vermeden geçmeyi başardığıma çok sevindim.- eski eşini öldürmekten yargılanacağını VE POLİSTEN KAÇMAYA KARAR VERDİĞİNİ düşünün, hanginiz ekran başına kilitlenmezdiniz ki? OJ Simpson’ın kim olduğunu bilmeyen kadının “Ha şu reklamda oynayan mı?” sahnesi tam da bu yüzden çok önemliydi işte, tüm demografiğe hitap eden kaçırılması imkansız bir olay. Son olarak şunu da ekleyeyim: OJ Simpson o kadar büyük bir yıldız ki George A. Romero’nun (zombi türünün yaratıcısı o George Romero’nun) OJ’in kolej yıllarını anlatan bir bağımsız belgeseli bile var.
İşin içine günümüzde tekrar hortlayan polis şiddetini, siyah ayrımcılığını, Hollywood’a malzeme çıkarmak için özel olarak tasarlandığından şüphelendiğim Amerikan yargı sistemini, Kardashian isminin varlığını (Evet, dizide David Schwimmer’ın canlandırdığı, OJ Simpson’ın yakın arkadaşı/avukatı Robert Kardashian, Kim Kardashian’ın babası ve evet OJ Simpson kendini öldürmeye çalıştığında gerçekten de “Kim’in odasında kendini vurma.” demiş) katın; çatışmalarla, gizemlerle ve aksiyonla dolu bir senarist wet dream’i çıkıyor ortaya. Yanlış anlaşılmasın, Hollywood yıllarca OJ Simpson’ın ve davasının ekmeğini yemiştir, konuyla ilgili tonla film/belgesel/kitap var ancak American Crime Story’nin yapmaya çalıştığı şey dizinin tagline’ında gizli: “Dava süreci hikâyenin tamamı değil; bu izlediğiniz, hikâyenin tamamı.”
Hikayenin Amerikanlığı da buralardan doğuyor elbet. Afrikalı-Amerikalı büyük bir yıldız, atlatma haberi peşinde koşan etikten bihaber medya mensupları, Amerikan polisinin şiddet eğilimi ve kokuşmuşluğu, savcılığın beceriksizliği ve iç çekişmeleri, takip sahnesi ve TV ritmi için kusursuzca yaratılmış tenis maçı temposundaki mahkeme salonu sahneleri. Elbette buradan bir evrensellik çıkarmak mümkün, dizinin dertleri dönüp dolaşıp ülkemizde de sıklıkla rastladığımız azınlık soruları, çıkar ilişkileri, güç mefhumu ve medya etkisi gibi konulara dokunuyor ister istemez ama Holllywood her şeyden önce yerel olmak konusunda zaten hiçbir zaman sıkıntı çekmemiştir.