Altıncı bölümün kendi gelmeden namı gelmişti, herkes bahsetti, fragmanlar paylaşıldı, sahnelerden fotoğraflar atıldı; heyecan doruğa ulaşmıştı ki perşembe akşamı geldi çattı.
Bazı diziler haftada iki gün yayınlansa dahi yetmez ya, o dizilerden Güneşin Kızları da. İzlerken gerçeklikle bağım kopuyor; Ali’nin kimsesiz değil ama özensiz çocukluğu, Selin’in uçuşmasına sakladığı acısı, Savaş’ın kayıp geçmişi, Nazlı’nın inadını yeşerten sağanakları hayatımın odağına kuruluyor. Ben beni unutuyorum, bazen Güneş’in güvensizliğini hissediyorum kalbimde, bazen Ali’nin medcezirlerini, bir an geliyor Haluk’un siniri benim evimi de ele geçirecekmiş gibi korkarken buluyorum kendimi. Dedim ya gerçeklik algım yitiyor, sanki ben de o koca köşkte yaşayan yalnız ama mutsuz olamayacak kadar çevresiyle ilgili birine dönüşüyorum.
Nazlı, Savaş’a her koşulda güveniyor, her an yanında oluyor bu yüzden en çok Savaş’ın gözlerindeki şüphe onu kırıyor. Bunu söylemekten de geri durmuyor, bir bir yüzüne vuruyor, Savaş da farkına varıyor hatasının.