Ben bazı insanların "vermek" için dünyaya geldiğine inanırım. Vermeyi bu kadar severken "almak" konusunda problemleri vardır. Nereden mi biliyorum? Ben de o insanlardan biriy(dim)im. Hayatım boyunca hep sevdiklerime, değer verdiğim insanlara bir şeyler vermek için çırpındım durdum, ama iş almaya geldiğinde tutuldum kaldım. Çocukluğumdan itibaren para ile ilişkimde de hep aynı durumu yaşadım. Ben de oldukça hep verdim, ama benim ihtiyacım olduğunda hiç isteyemedim. Aynı şey sevme ve sevilme konusunda da geçerli oldu. Dışarıdan bakıldığında çok eğlenceli, çok mutlu, çok şanslı ve hep çok güçlü göründüm. Kimse içime bakmadı... Şimdilerde bu sorunu çözdüm, ama inanın hiç kolay olmadı.
Defne de aynı benim gibi... Vermek için dünyaya gelmiş insanlardan biri, ama konu almak olunca kasılıp kalıyor. O yüzden kimse anlamasa da ben onu çok iyi anlıyorum. Hayatı boyunca vermeye programlanmış bir insanın bir şeyleri alma, kabul etme konusunda çekinceleri olması kadar doğal bir şey yok. Bir de çok sevdiği Ömer'i hayatında nereye koyduğunu düşünürsek onu çok daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. Defne öylesine kırılgan, öylesine sevilmeye aç, öylesine korkuyor ki terk edilmekten… Yaşadığı her şeyin temelinde hep bu korkular var.
Biliyor musunuz? Seni seviyorum demek aslında beni sev demektir. Defne Ömer’i sevdiğini ilk defa o bankta yaptıkları konuşmada söylemişti. Bizim yalancı kuşumuzun sessiz çığlığıydı bu. Karşılığını da “sana güvenmiyorum” olarak almıştı. O yalancı kuş hala sessizce çığlıklar atıyor.
"Ağaçta duran kuş, dalın kırılmasından hiç korkmaz. Onun güveni ağaca değil, kendi kanatlarınadır," demiş Henrik İbsen. Bizim yalancı kuşumuz Defne kanatlarının farkında değil. Ah bir olsa... Yanılmıyorsam 18. bölümde Ömer Defne'ye şöyle söylemişti: "O kadar farkında değilsin ki kendinin." Buradaki tek sorun Ömer'in de dediği gibi Defne'nin "kendisinin farkında olmaması" ki bu da Ömer'i gözünde kendinden çok farklı bir yere koymasından kaynaklanıyor. Bu bölümün fragman yorumunda şöyle yazmıştım: "En başından beri yazdığım bir şey var. Defne sevilmemekten, terk edilmekten öyle korkuyor ki... Aslında tüm gel gitleri bundan, ama bilmiyor ki aynı korkuları yaşayan biri daha var. Onu artık her şeyiyle kabul etmeye hazır, "Defne'nin bir bildiği var" diyecek kıvama çoktan gelmiş Sinyor İplikçi." Defnecim, bu adam bir kadın için söylenebilecek en şahane sözleri söyledi senin için. Üstelik sen de kulaklarınla duydun! "Defne artık benim içim." Sana duyduğu aşkı daha nasıl anlatabilir ki? Seni anlıyorum, ama Ömer'i de anlıyorum. İşin tuhaf yanı ikiniz de hem haklısınız hem de haksız. İkiniz de sessiz çığlıklar atıyorsunuz birbirinize…
Sen haklısın Defne! Çünkü bir insanın taşıyabileceğinden çok daha ağır bir yükü taşıyorsun. Sır! Üstelik bu sır, gün geçtikçe üstüne yenileri eklenerek büyüyor ve seni ezdikçe eziyor. Kurtulmak istiyorsun, ama Ömer'i kaybetme korkusu o "sır"dan çok daha ağır bir yük senin için. Farkında değilsin belki, ama iki yükü birden taşıyorsun sen. Birinden kurtulmanın ya da ikisinden de kurtulmanın zamanı gelmedi mi sence de? Haksızsın çünkü "aşık olduğun için yalan söylediğini" eskiden hiç de böyle bir kız olmadığını, kendini de en dibe koyarak söylüyorsun. Üstelik bunu Ömer'i suçlayarak yapıyorsun. Ömer'in senin neden böyle davrandığını bildiğini varsayıyorsun, ama bilmiyor ki!
Tam da ikiniz de özür dilemeye karar vermişken ve her şey yoluna girecekken Ömer senin yine bir şeyler sakladığını anlayıveriyor. Neden? Çünkü durup dururken (Ömer'e göre) postalarını karıştırmaya başlıyorsun. Asistanıyken bile yapmadığın bir şeyi yapıyorsun yani. Bir de bunu ortalık yerde, nasıl boş boğaz olduğunu bildiğin Derya ile tartışarak yapıyorsun. Selim'den gelen çiçeği göstere göstere odana koyan, seni nasıl kıskandığını bildiğin, şirketin gossip girl'ü Derya ile... Bunun Ömer'e nasıl yansımasını bekliyordun? Ömer'in sana bunu sormasından daha doğal ne var? İşte tüm problem de burada başlıyor. Evet, sevgililer saçma sapan şeylerden kavga edebilirler, ama Ömer'in sorduğu sorulara verdiğin cevaplar ve sonrasında gelişen diyalog (yoksa monolog mu deseydim) hayatımda gördüğüm en saçma tartışmalardan biriydi. Adam sana haklı olarak "postalarımı niye karıştırıyorsun, ne saklıyorsun" diye soruyor. Sen de sanki Ömer her şeyi biliyormuş gibi onu suçluyor, kavgada üste çıkmaya çalışıyorsun. Sorun Ömer'in postalarına bakman değil! Sorun yine bir şeyler sakladığının anlaşılması...