Dizinin ismi sizi yanıltmasın, ya da bırakın biraz yanıltsın, TWD asla zombi salgınıyla alakalı değil. İnsanın umutla kurduğu ama asla yeşertemediği toplumun makinadan çıkmış bir tanrı aracılığıyla yıkıldığında vereceği reaksiyonla haşır neşir oluyoruz beş sezondur. Yürüyen ölüler zombiler değil, hiçbir zaman da olmadı, öldürdükçe ölen, alçaldıkça yürüyen, hayatta kaldıkça batan karakterlerimiz esas öldürdüklerimiz.
Yeni dünya düzeni post-yamyamiklerin elindeyse kasap koyun ilişkisi de biraz karışıyor haliyle. Hayatta kalmak insanlığınızdan ne kadar ödün verdiğinizle alakalı, zombilerin hükmettiği bir doğa düzeninde zombiler gibi tek amaç etrafında birleşip başka bir şey düşünmemek gerekiyor: Hayatta Kalmak.
Vahşiliği bir yana beyzbol sopası+boğaz kesme sekansı başka bir şey anlatıyordu bize, sahne Carol ve Tyrese’e doğru uykusu gelmiş kedi hızında hareket eden zombiye atladığında insanın gerçek düşmanının insan olduğunu anladık bir kez daha. Zombiler birer maşa, asla netice değiller hep Haticeler. Rick’in öldürdüğü adam için “bırakınız yapsınlar bırakınız dönüşsünler” demesi de boşuna değil, Molotof zombilerin ateşlenmesi de. Unutmayın, insanlar her yerde; ve en kötüsü, içimizde.
Carol’ın zombilerin arasına rahatça karışabilmesinin sebebi de bu elbette, küçük bir kızın canını almak bu garip dünyada daha uzun yaşamanın teminatı, ama onun da hala insan tarafına dair bir umut var. Daryl gibi giydiği pançosu, Daryl’ın arbaleti ve Daryl’ın sarılışı. Umut, Kaf Dağı’nın ardında değil, bazen hemen başucunda, sevgide ve özlemde, o unuttuğun duygularda.
İşte o yüzden Glenn’in günleri sayılı. Dizinin ahlaki merkezi, o vagondaki delirmiş adamı kurtarmak için kendini riske atarken “Biz hala buyuz,” dediğinde kendisini çevresinden fazlasıyla soyutlandırmış durumda. Etrafına bir baksa kimsenin artık “o” olmadığını anlaması zor olmayacak. Zombilerden oluşan küllerin arasından Anka Robocop gibi yeniden doğan Glenn’in insanlığına tutunma inatçılığı sonunu hazırlıyor. Dünya yanarken medenileşmekten söz etmek zombilerle sütlü çay içmeye çalışmakla aynı şey.
Yeni Rick’i seviyorum, felsefe adamı değil, aksiyon adamı. Bildiği işi yapıyor, çiftçilik değil de tahta oymacılığı daha çok yakışıyor delikanlıya. Dark side’a geçtiğini anlatan ceketini taşıyor rahatlıkla, kaosun içinde lider olmak için herkesten daha kaotik olmak gerekiyor çünkü. Kaosa kaos katabilmek, kaybedecek bir şeyi olmamakla eşdeğer. Toplumdan sürdüğü Carol’ı da artık anladığını gösteriyor zaten o sarılmayla. Kendini kabullenmenin ödüllendirildiği düzenekte o da umudunu, ışık gibi parlayan Judith’i buluyor. Eski hayatından kalan tek parça bu yepyeni adamın sabiti adeta.
Judith’in Tyrese’in kucağında dolaşması da tesadüf değil elbet. Umudun adı Judith, ilk günah mitini unutun, en günahsızımız o, hala insanlığına tutunmaya çalışan Tyrese’in bu dünyada yaşamaya devam edebilmesi için atması gereken adımları attıran da o. Küçücük bir bebeğin boynunun kırılmasına karşı gelmek zaten bizi şekillendiren en temel etmen olmalı. Çizgileri çekilmemiş bir toplumda kendi çizgini çekebilmek, var olduğun yere ayak uydurabilmek; unutmayın, sadece en güçlünün hayatta kalabildiği düzenekte insanı besin piramidinin en tepesine çıkaran uyum sağlayabilme içgüdüsüdür. Al sana yamyamlık!
Ve esas umut bölümün paralel kurgusu. Dört sezondur sıkıntısı çekilen, karakterleri iki boyuttan öteye taşınmasına izin vermeyen yaratıcılıktan uzak anlatım yapısı yerini cesarete bırakmış. Terminus sakinlerinin bizim (anti) kahramanlarımızla kurgulanan paralelliği, önemli noktaların altını çiziyor. Dizinin iddia ettiği öncesi ve sonrası sadece kâğıt üstünde. Hep öncesi ve öncesi var. Onlar da insanlığını kaybedene kadar insanlığın elinden geçmiş, tecavüz edilmiş, öldürülmüşler. Gareth’la Rick aynı, tütsülü ayin odasında kırık çıkıkçı gibi dolaşan teyze ile Carol aynı, kasaplık içimizde. Yamyamlık? Onu bilmiyorum işte. Önemli olan şu: TWD ilk bölümüyle umut dağıttı, cesaretiyle ve kendini bilmesiyle.