Littlefinger’ın planının tek defosu ise Winterfell’de. Sansa’nın Myranda’yı tersleyerek yanından kovmasındaki güç, Sansa’nın dönüştüğü kişiden, olabileceği kişiden değil, evi zannettiği Winterfell’in ve Stark soyadının gücünden geliyordu. Hayalleri olan, prenslerle, masallarla yaşayan genç bir kadından, olabilecek her türlü travmayı ve trajediyi yaşamış, etrafına devasa ve geçilmez bir zırh ören büyümüş bir kadına dönüşümünü tamamlarken o yol daha da çıkılmaz bir hal alıyor Sansa için.
O hayaller bir gün bitiyor, bitmek zorunda, Sansa’nın çektiği şeyi anlamak, onunla bağ kurabilmek oturduğumuz yerden imkansız. Sansa; psikopatlarla, canilerle dolu o dünyada olabilecek en mağdur insan. Ne bildiğimiz halde kimliğiyle ne de benliğiyle var olamayacak, hayattan bir daha asla aynı tadı alamayacak, o zırh daha da derinleşecek, kalbi kabuk bağlayacak ve yine dönüp dolaşıp kendine tutunacak, sadece kendine. Ve Kuzey hatırlayacak. O intikam bir gün alınacak.
Bir iş arkadaşımla birlikte otururken etrafına baktı ve “Burası insana kim olduğunu unutturuyor,” dedi. Etrafıma baktım, jilet gibi takım elbiselerin ve bembeyaz yakaların altındaki grimsi gülücüklere, masamın kenarında duran iş kartıma. Unuttuğum, unutmak zorunda bırakıldığım hayallerime ve isteklerime. “Ne olduğunu asla unutturmuyorlar ama,” diye düşündüm kendi kendime kartta yazan ismime ve unvanıma bakarken. Burada tutunduğum tek şey bilgisayar ekranındaki Game of Thrones sahnesi ve çok eskilerden gelen bir sucuklu yumurta kokusu.