Size bir şey itiraf edeyim. Ben Yasemin-Sinan ilişkisini Defne- Ömer ilişkisinden daha ilgi çekici buluyorum. Defne- Ömer ilişkisi tabii benim bebeğim, çok seviyorum ama etrafındaki gerilim, oyun, yalan, acılar yüzünden hafif eğlencesi eksik ve zor bir ilişki. Bunlar olmasa da zor bir ilişki olurdu. Ömer zor bir adam çünkü. Buzdan şatosunda kendini halka göstermeyi fazla da sevmeyen bir prens. Defne de bin kere konuştuğumuz sebeplerden fazlaca kendinden vazgeçmiş, fazla özgüvensiz bir kız. Sinan ile Yasemin öyle değil ama; Sinan hem Ömer'de sevdiğim ne özellik varsa hepsine sahip aynı zamanda eğlenceli, he fazla havai, fazla şıpsevdi ama ne yapalım böyle. Yasemin kendi değerinin farkında olduğu için kendini sevdiğine bile ezdirmiyor. Hasta Sinan'ı kıskanıp, kapıları vurup gitti misal. Defne'yi kesseniz gitmez, sabaha kadar da başında beklerdi. Ben de Defne gibi yapardım ama Yasemin gibi yapmayı isterdim. Başlarlar böyle aşkın ızdırabına ya diye kapıları vurup gitmek, hastaysa hasta kardeşim banane deyip gitmek hem de. Yani çok dağıttım ama Yasemin- Sinan ilişkisinde ezen yok ezilen yok, terazi kefesinin tarafları eşit, eğlence var, tutku var, kıskançlık var ama iki taraf da birbirini kıskanıyor, şunu yap, bunu yap diyen yok. Benden onay var bu ilişkiye; yürüyün, yürüyün. Sinan'ın Sude ile duş alma çabalarını anlayamadım ama. Oğlum az önce Yasemin diye diye mutsuzluktan ayakkaplarını yemedin mi sen? Sinan işte.
Neriman- Koriş- Yasemin üçgenine duyurumdur bir kıçlık yer ayırın, ben de gelip alakasızca ağlayıp derdimi anlatmak istiyorum. Hatta siz susun, bana ilgi gösterin, en çok ben konuşacağım (konuşamadı). Eğer bölüm çok acıklı olacaksa bunların üçünü bir araya getirin yeminle sürümden kazanırsınız. Üçlü olarak çıksınlar; ona buna sataşsınlar, gıybet yapsınlar, milletin saçını başını beğenmesinler, arada birbirlerine laf soksunlar, asla baymam gibime geliyor. Neriman- Koriş ilişkisinin de aksiyon alması lazım çünkü yer yer bayabilme tehlikesi var. Yasemin transferi öneriyorum.
Neriman safozdan nasıl kurtulacağım diye ağlayacağına Necmi'nin keseceği kurdeleleri ne renk alacağım, bu çocukları nerde evlendireceğim, Allahım Çırağan'da istediğim tarihte Aylin'in kardeşi Melis düğün yapacakmış diye ağlasana. Ana olup Sude'nin hırstan hiçbir şey duymayan kulaklarını bir büksene. Sude neden bu kadar kötü diyorduk cevabımızı aldık. Geçen hafta da demiştim ama bunlar insanı kötüleştiriyorsa şerefe arkadaşlar, büyük şeyler başarıyoruz;, biz hala kimsenin gözlerini oymadık sorunlarımız yüzünden. Ama ben Sude'ye güvenmeyi seçiyorum Ömer'i sevdiğini biliyorum. Ömer'den ilgi görmek istiyor, abilik görmek istiyor. Biraz da şımarık, dünyayı çok iyi bildiğini sanıp hiç bilmeyen bir bebek. Büyümesi lazım. Ömer gibi kibar bir yol bulamadım ama idare et Sude. Seni buralarda bir tek ben koruyorum, beni kaybetmek istemezsin bence (samimiyetsiz gülüş). Defne'yi rahat bırak ama onun derdi ona yetmiş, sen git Deniz'i uçurumlardan at, sağa sola salla, bak ne varmış orada, kuş mu varmış de, kandır. Defne-Ömer kara parçasına girme.
Valla hippilik olsun diye değil ama kime çok kötü konuşuluyorsa, bunu da allah kahretsin deniliyorsa gidip ona empati yapıp üzülüyorum. Bu hafta da Gallo'ya üzüldüm. La bu Gallo size ne etti ya? Birinden hoşlanmaya başladı, evet biliyor sevgilisi var, evet biliyor bu iş olmaz, da zaten kız olsun dedi mi, ayıracam lan ben bunları dedi mi? Üstüne tükürmemiz gereken ne yaptı bu kız. Hoşlanıyor işte, bizim karşımızda Ömer İplikçiler olsa hoşlanmayacaz sanki siz de yani. He ben de hoşlanmıyorum Ömer- Gallo göreceğime Defne- Ömer göreyim istiyorum ama Gallo'ya kin kusmayı gerektirecek bir şey de yok. Ömer'in zaten Gallo'ya yüz vermeyeceğini biliyoruz. Verirse başlarız domates atmaya dükkanlarına, siz bize böyle bir Ömer vadetmediniz diye. Fazla anlam yüklememek lazım Gallo'ya. Üstelik hiçbir yanlışı da olmamışken; olursa yine aynı dükkanı bu sefer Ömer'imize çirkin pusu diye domates yağmuruna tutarız. Sakin olun yurttaşlar.
Ah kavaklar, kavaklar. Herkes kendi kapısının önünde duygusallaşın diye dönüp dolaştım yazı boyunca konu buraya gelmesin diye ama acı düştü bir kere peşimize. Kavak ağacı yazları yanına gidilen dede evidir belki. Seneden seneye gördüğün için gitseler eksiklikleri hissedilmez sanılan, gittikten sonra eksiklikleri seni hala hayret ettirecek şekilde doldurulamayan bir dolu şeydir kavak ağacı. Onları anmak istediğinde aklına gelen evlerinin yanındaki ormandır küçükken gezdiğin. Büyümek zorunda olmaktır, inadına büyümeyeceğim diye direnmektir belki. Seni şımartmasını istediğin kişilerin eksikliğidir belki. Ben de verdim sırtımı kavak ağaçlarına Ömer’le beraber ağladım ve Defne ile acısını paylaşmamasını hiç yadırgamadım; bazı acılar vardır ki anlatamazsınız. Kendi başınıza yaşamak istersiniz, nostaljinin hem yaralayan hem acıyı hafifleten tuhaflığını da yanınıza alarak. Hem bazı insanlar vardır acılarını nasıl anlatacağını bilmez, siz onun acısını anlayın ister. He bunu nereye koyarsanız koyun. Değer vermiyor deyin, kendisine yakın görmüyor deyin, kendini yalnızlaştırıyor deyin, bencillik deyin. Bir sürü şey denilebilir yani ama bu sefer Ömer'i o kadar iyi anladım ki hiçbiri değil. Ömer derdini nasıl anlatacağını bilmiyor. Defne'nin aydınlığı da burada ortaya çıkıyor zaten; Ömer'in acısını kelimelerle anlatmasını beklemiyor. Ömer'in karanlığını, kimsenin dağıtmak için pek de zahmet harcamadığı karanlığı, kavuşturdu sonunda gündüze. Artık yalnız değilsin diyen Defneler, alna öpücük konduran Ömerler artık güzel günler göreceğimizin -hem de en güneşlisinden- habercisi olsun. Defne Ömer'in hem ailesi, hem vatanı olsun. En güzel geceler en güneşli günler bizim olsun. Fin.