Keriman, Burhan bey’in adını bile duyunca etekleri zil çalıyor. O nasıl bir eve gelmek ve kıyafet seçmek? Ama maalesef İnci ile ikinci round pek iyi geçmedi. İnci hanım kaçın kurası; yer mi hiç yemekten saç çıktı dalaveresini. Keriman bu sefer sert kayaya çarptı; bakalım ne olacak. Bu arada Dilara’nın sürekli Cihan ile görüşmesine gerilen Harun, Keriman’a reddedemeyeceği bir teklif yaparak kendisine casusluk yapmasını istedi. Keriman’ımız oburdur, dırdırcıdır, paragözdür ama hain değildir dedik. Ama damarına basınca o da çark etti sanırım. Dilara’nın onu işten çıkaracağını anlayınca Harun’a dönüş yaptı. Harun da ne yapsın; bir sürü mevzu dönüyor etrafta ama en son onun haberi oluyor.
Bu bölümde Cansu’nun hasta olduğundan emin olan Deniz Cihan’a gitti, Cihan da doğal olarak konuyu Dilara’ya açtı. İkisi de dükkandan birlikte çıkıp ayrı ayrı Cansu’nun evine gitti. Dilara Cansu’nun evine ilk kez gitmiş. İçim bir garip oldu. Kızı evli ve evine hiç gitmemiş. Cansu ile ilgili çoğu şey eğreti duruyor. 20 yaşında bir kızın çocuğu olacağı için bu kadar mutlu olmasını anlayamıyorum. Hasta olduğu ihtimaline karşı bile gerekli tetkikleri yaptırmaması (sırf bebeğe zarar verebilir diye) aşırı saçma. Bir kere gerçek hayatta böyle bir dünya yok; göz teması kurmadığınız sürece bebeğe bağlanmazsınız. Değil göz teması kurmak, karnında hareketlerini dahi henüz hissetmediği bebeğe karşı bu kadar tutkulu olması çok anlamsız. Herkes için öncelikle kendi sağlığı ve canı önemlidir, hiç kimse kendi canı pahasına doğurmaz. Kucağına alamayacak olduktan sonra doğurmanın ne anlamı var; bile bile bir bebeği neden annesiz bırakmak isteyesiniz. Neyse, herkesin görüşü kendine ama sakın Cansu’yu örnek almayın kızlarcım, o işler öyle olmuyor bir kere.
Cansu’nun hastalığı Gürpınar’ları bir sofrada buluşturmaya yetti. Cansu, Deniz, Dilara ve Cihan hep birlikte –uzun yıllar sonra- sakin bir yemek yediler. Tabi Cansu dışındakiler yemek mi yedi, dert mi yedi belli değil. Biri de şu Harun’u arayıp olan bitenden haber verebilir mi ya? Bu adamı niye kimse sallamıyor. Yazıklar olsun ya, gerçekten sinirlendim.
Harun bu arada Maide’nin yanına da gitti. Maide teknede ölen çocuğun etkisinde hala, kendinden geçmiş perişan vaziyette. Ya peki Hatice’nin Maide’yi hiç bırakmamasına ne diyorsunuz? Çok tatlı bir kadın değil mi ya, yazık. Gidecek kimsesi yok, Maide de aynı durumda aslında. Aralarında tek fark birinin zengin diğerinin gariban olması. Maide bir gece mutfağa inerken merdivenden düştü ve ayağını burktu. Harun da halasını görmeye gitti. Hala gerginler ve Maide hala bıkmadan usanmadan Harun’u suçluyor. Ya ne yapsın adam, kendi de mi ölsün? Kendini yaşarken mezara mı gömsün. Ne hırsmış arkadaş, bitmedi valla. Harun da çok güzel bir cevap verdi. “Hayatı seçtim, mutluluğu, oğlumla geçecek yıllarımı seçtim,” dedi. Herkes yas tutar ama yas bir yaşam biçimi değildir nihayetinde. Yası tutup, bir noktada onu orda bırakmak gerekir. Hayat kendini hatırlatır yazmıştım geçen hafta. Hiçbir şey hayattan daha değerli değildir. Ne kadar az günümüz var kimbilir, neden yaşarken ölmeyi seçelim?