‘Kör kuyularda ışıksız kalasın Songül!’ diye başlayan bir paragraf yazmaya karar vermiştim, Sema’ya “Sen zaten unutursun,” gibi bir cümle kurdu ya, ondan sonra. Cümleyi tam yazamıyorum çünkü o ara, Trabzonspor kupanın dışında kalınca, televizyonunu kırıp, denize atan amcamın ne hissettiğini yaşayarak anlamakla meşguldüm. Göztepe sahilinden mi yoksa Karşıyaka sahilinden mi sallasam televizyonumu da, şu Songül sussa bir diyordum. Sonra, Sadrettin vuruldu. Öldüyse şayet, Songül kör kuyulara girmeden ışıksız kalacak zaten. Songül’le bir ara dertleşecektim, aklımdaydı, sanırım haftaya yapacağım, yapmak zorunda kalacağım o işi.
Dipnot: Çelişkilerde boğuldum. Her şeyi Sadrettin’in ölmesi üzerine kurdum ama ölmezse diye de bir açık uç bıraktım. N’aptım, inanın bende bilmiyorum. Mazur görün.
Ayy çok darlandık di mi? Yetti di mi? Geleyim mi artık minnoşlarıma? ZülMel’e. (Buraya gözlerinden kalpler fışkıran emoji. Hatta siz abartın, her cümlenin sonunda o emojinin var olduğunu hayal edin.) İçselleştirmek mevzusuna var gücümle bir koşacağım, izninizle. Ben senin sevincine sarılayım adam! Ben senin huzuruna papatyalar sereyim! “Sen gül, güneş doğsun yeniden” diyor ya şarkı Zülüf, hıh ondan işte. Benim gelmiş geçmiş gelecek, bütün derdimin başı samimiyet a dostlar! Samimiyet adı altında zıvanadan çıkılan samimiyetsiz samimiyetler değil tabi ki kastettiğim. (Başa dönüp bir okuyunca fark ettim, anlat-anlatma diye beyin yaktıkları sahneye dönmüş yazdığım şey, sahneye selam olsun.) “Anarşik sen beni sevmiyon mu?” cümlesiyle geleni diyorum ben. Dünya’nın en içten sahnesi değilse, nedir? ‘14 Şubat ve Küresel Sermaye’ teması üzerinde atıp tutarken, TEMAS gelince ‘14 Şubat’ta aslında çok şey bi’şey değil yav!’ 180 derece dönüşü, dünyanın en samimi diyologu değilse, nedir? Hele ‘Bıyıklar batıyor.’ ve devamı, bir ara ciddi ciddi gözlerimden kalpler çıkacak, televizyondan onlara ulaşacak sandım. Geldiniz mi gökkuşağına, gördünüz mü biz ZülMel’cileri? Hadi siz çıkarın keyfini, ben sahneyi bir daha izleyip, geçen hafta malum sebeplerden yapamadığım, koridor boyu teyteytey-hobateytey’imi yapacağım.
Kişiselleştirilmişdipnot: Zülüf’ü bu kadar içselleştirmemdeki ana sebeplerden biri Celil Nalçakan’dır, selam olsun, sevgiler olsun. Kaç haftadır Zülfikar diye yerimi göğümü inletiyorum, Celil başkan arada kaynıyor. Ayıplar olmasın sonra.
Minnak notlar;
* Bir cümle ne kadar yakar insanın canını? Konu Poyraz Karayel ise ben her hafta bir replik üzerinden düşünüyorum bunu. Her hafta daha fazla acıtamaz derken, tam dediğim yerden basıyorlar üstüne. Öyle sessiz, öyle sakin yapıyorlar ki bunu, gözyaşları utanıyorlar akmaya. ‘Onlar böyle narince yerleştirirken farkındalıkları, senin ne hakkın var deliler gibi salya sapanoz ağlamaya!’ diyorlar kendilerine. “Anne istiyom, baba istiyom, bi de bu evi istiyom,” Üstüne bir şey demeyeceğim. Sadece teşekkür edeceğim, böyle bir konuya, böyle kadife kadife dokunduğunuz için.
* “-Nasılsınız? -Yaslı ve öfkeli.” Bir diğer üstüne düşünülmesi gereken repliktir nezdimde. Bir de Baba’dan İnciler’e yeni not: “İnsan kendinin cahili değildir.”
* İçinde bulunulan en acımasız duygu, şüphesiz, çaresizliktir. Elinden bir şey gelmeme hali, deva olacağım diye çırpınıp, deva gelecek sözcükleri bir türlü çıkaramama hali. Acıyla kapatmıştık, haliyle acıyla açtık ya bölüm başını, içteki o çaresizlik ve o mutsuzluk daha nasıl ifade edilebilirdi, ben bilmiyorum. Poyraz’ın Albayım’la, Ayşegül’ün Baba’yla ve Poyraz’la Ayşegül’ün, iç döküştükleri sahnelerin detayına girersem, çıkamamaktan korkuyorum. Kendime sakladım o kısımları o yüzden.
* Pamuk haalaaaaaaa yok, unutmadım, aklımda!
44 ‘te, Baba gibi yaslı ve öfkeliydik sanırım, dağınıktık, tam toparladık galiba az buçuk derken, bulunulan koşullarca şekillenip mutlu olmamıza şu kadarcık kalmışken, Sado… Ah Sado! Ölme Sado! Soğuktur orası, üşürsün gel gitme, dön Sado! Dünya’cak, sevdikçe kurumadığımız zamanlar ümidiyle, 45’te görüşürüz Poyraz Karayel’ci. Güzel günler.
***Sezen Aksu şarkısının adı, Hala Haber Bekliyorum Senden’dir. Bilmeyene, hikayesi bir Google’lamayı elzem kılar.