Öncelikli olarak bu bölüm ile ilgili şunu söylemek isterim, bir kız çocuğu her ne olursa olsun asla babasına yüz çeviremez. Bunu da Pelin ile gördük. Haftalardır ikilemde kalan “Annem mi, babam mı?” diye düşünen Pelin’in Fulden’i öğrenmesi yine de annesini seçmesine yetmedi gördüğümüz gibi.
Çocukları hafife almamak gerektiğini bir kez daha gördük. Pelin okuma yazması olmadığı halde sadece gördüğü harfleri taklit ederek aldığı notu, okuma yazma bilen arkadaşına okutturarak zaten şüphelendiği bir durumu açığa çıkardı. Fulden’in Pelin konusunda iyi niyetli bir yaklaşımı olmadığını düşünürsek, yani şöyle diyeyim; Pelin’in şüphelenmesini gerektirecek her şeyi yaptığını göz önünde bulundurursak Pelin’in bu durumu irdelemesi çok sürpriz bir olay değildi. Sonuç olarak ne yaptı etti ve gerçeği öğrendi. Ama beni en çok etkileyen hüngür şakır babasının annesini aldattığını öğrendiği için ağladığı halde, ona kırıldığı halde, hala babasına “babacığım” diye hitap etmesi oldu. Dediğim gibi, bir çocuk hele de bu bir kız çocuğuysa asla babasını sevmekten, ona hayranlık duymaktan vazgeçemez. Çünkü ne olursa olsun babalar kızlarının kahramanı ve de ilk aşkıdır. İnsan hiç ilk aşkını unutabilir mi?
Geçen hafta yarım bıraktığımız Rıza Bakır ve Güneş durumu vardı. Güneş’i kaçıran Rıza’nın yine dört ayaküstüne düştüğünü tam söyleyecektim ki polisler lafı ağzıma tıkadı. Çok iyi oldu çok da güzel oldu. Kötülerin kazandığı bir dünya görmek istemiyoruz çünkü artık. Aynı şekilde Güneş’in böyle bir hatayı nasıl yaptığını düşünüyordum ki ona da Güneş açıklık getirdi. Bu noktada Tarık ile Güneş ilişkisi konusunda söylemek istediğim bir iki çift laf var. Tarık ile Güneş birbirlerine çok yakışıyorlar ona kesinlikle itirazım yok. Çok uyumlu, çok tatlı bir çiftler ve ilişkilerinden de oldukça memnunum. Fakat Tarık’ın Güneş’e söylediği sözlerin bazıları için çok erken olduğu kanaatindeyim. Sonuç olarak eşini yeni kaybetmiş bir adamdan bahsediyoruz. Âşık olduğu kadını nereden baksan iki aydır tanıyor. Bu kadar kısa sürede “Sana bir şey olabilme ihtimali için bile dünyayı yakarım!” cümlesini kurduracak şiddette büyük bir aşk olması açıkçası bana çok inandırıcı gelmiyor. Ha bu durumdan rahatsız ve ya şikâyetçi miyim? Yoo bence çok tatlılar :).
Sahte Engin Rıza Bakır’ın yakalanması Ar ailesinin içini bir nebze ferahlatsa da, herkesin ondan bir alacağı olduğu için (kiminin maddi kiminin manevi) başında beklemeyi ihmal etmediler. İlk başta tahmin ettiğimiz gibi konuşmadı, ama Şeniz ile olan iş birliğini açıklaması yakındır diyorum ben. İkisi de köşeye sıkıştı, ikisinin de kaçacak yeri kalmadı. Belli mi olur ikisinden biri insafa gelir. Hikmet babaannenin hesabını sorduğu ilk şeyin Engin’in kırmızı kazağı olması ve her şeye rağmen Rıza’nın ona babaanne demesi, bu hikâyenin nerelere doğru derinleşeceğinin sinyalini veriyor. Rıza’nın tek derdi bir ailesinin olmasıdır belki de, o yüzden bu hale gelmiştir.
Esma hanım, Tarık’ın Güneş’le ilişkisinin olmasına sevinse de, rahatsızlık vereceğini düşündüğü için taşınmak istediğini söyledi. Tarık’ın onlara kendi ailesi gözüyle bakması, asla ölen eşinin ailesi olarak düşünmemesi birlikte yaşamaları için yeter de artar bile. Ama bir de Güneş faktörü var ki Güneş de Esma ve Can’ı kendi annesi, kardeşi olarak görüyor. Yani kimsenin durumdan şikâyeti yok. Hele Can’ın hiç yok. İşin ucunda kapıdan burnunu uzattığı anda Gülay’ı görmek varken neden gitmeyi istesin bizim kardeş? :)
Sahte Engin konusuna herkesin tepkisi farklıyken, bugüne kadar tek söz etmemiş Zafer babanın tepkisini merak ediyordum açıkçası. Yakalanmasına en çok sevinenlerden biri elbette oydu ama yıllar sonra oğluna kavuştuğuna en çok inanmıştı. En çok o sahiplenmişti Rıza’yı Engin diye. O yüzden yine en çok acıyı onun çektiğini tahmin etmem çok zor olmadı. Keza görüşmeden anladığımız kadarıyla bütün aile yerine üzülen de yine o olmuş.
Önceki günün gerginliğini üzerinden atmak isteyen Ar ailesi klasik kahvaltısıyla güne başlar. Bir aileyi aile yapan içindeki bireylerin sevgisidir. Büyük ailelere her zaman sempati duymuşumdur, bunda benimde büyük bir ailenin mensubu olmamın etkisi var tabii. Ar ailesi büyüklüğünün yanında, içi sevgiyle dolu bir aile, üstelik sevgileri sadece birbirlerine değil etraflarındaki herkese yetecek kadar çok. Zaman zaman sevdiklerini farklı şekilde gösterseler de, yine de zor zamanlarında sevdiklerinin yanında en ön sırada yer alanlardan. Güneş’in Rıza’nın yakalanması için kendini tehlikeye atmasına teşekkür etmek isteyen Ar ailesi, klasik kahvaltı merasimine onu da davet edince ortalık karıştı. O kadar kadının olduğu yerde olay çıkmaması mümkün değil zaten her kafadan bir ses çıkıyor, üstelik tam bir kültür karmaşası. Her nesilden her türden kadınla karşı karşıyayız. Orada kavga çıkmasında nerede çıksın değil mi ama?
Gelelim en önemli konumuz olan Pelin’in annede mi yoksa babada mı kalacağı konusuna. Bir çocuk için anne ve baba arasında seçim yapmak ne kadar zorsa, bir anne veya baba içinde çocuğundan ayrı kalmak oldukça zordur. Tülay ve Hakan, pedagog tarafından kendilerine yöneltilen sorulara kendi lehlerine olacak şekilde cevap verdiler. Elbette olması gereken buydu. Tülay her şeye rağmen Hakan’ı kötülemezken, Hakan Tülay ve Ar ailesini kötülemekten geri durmadı. Bu noktada en önemli karar elbette Pelinde.
Pelin’in aklının zehir zemberek olduğun fark etmeden hemen önce normal sorularla ağzından laf alabileceğini düşünen pedagog, onun sorularına maruz kaldı. “Sizin kaç çocuğunuz var? Birini seçmek zorunda kalsanız hangisini seçerdiniz?” belki bir çocuk boyundan büyük laflar ediyor diyebilirsiniz ama emin olun şuan normal koşullarda beş yaşındaki bir çocuk size daha da mahrem sorular sorabilir. Yani hayatta aklınıza gelmeyecek bir şeyi o yaştaki çocuk akıl edip size yöneltebilir. Görüldüğü üzere Pelin de aynen öyle yaptı. Sonuç olarak ikisinden birisini seçmek istemediğini söyledi.
Pedagogun evleri incelemeye geleceğini söylemesi üzerine Ar ailesinin organizasyon sorumlusu Gazanfer Ar iş başına geçti. Yapması gerekeni asla yapmayan ama üstüne vazife olmayan ya da burnunu sokmaması gereken işlerden de asla uzak durmayan birisi olur ailede her zaman. Bu gibi durumlarda müracaat genelde evin dayısı olur. Burada amca olmuş.
Gazanfer daha kendisinin bile yapamadığı öfke kontrolünü aile üzerinde uygulamaya çalışırsa ne olur? Birincisi öfke kontrolü denen meret hiç de kolay bir şey değildir. İkincisi kadınlar söz konusu olunca öfke kontrolü kavramı geçerliliğini kaybeder. Üçüncüsü kadınlar söz konusu olunca direkt olarak kontrol kavramı devreden çıkar (değil ki öfke yani). Dördüncüsü ise bir kadının en zayıf noktası (hele de bir anneyse) yeni temizlediği evidir. Her şeyi yap ama yeni temizlediği yere basma, bir şey dökme; işte o zaman ne kontrol kalıırr ne bir şey. Öfke kontrol testini halıda yumurta kırarak deneyen Gazanfer’in hazin sonu adlı çalışmayı sizlere sunmadan önce yukarıdaki önerilerimi (özellikle beyler siz) dikkate alın derim.
Bu arada geçen haftadan kalan başka bir sorunumuz da Gülay ve Can arasında. Aylar önce “takıldığı” Ümit Can’ın en yakın arkadaşı çıkınca, evdeki hesap çarşıya uymadı tabii. Ama o dönem Gülay’ın Can’a âşık olabileceği eminim ikisinin de aklına gelmemişti. Bu kadarına da tesadüfün iğne deliği denir. Can, her fırsatta Gülay’la Ümit’i bir araya getirmeye çalışırken Gülay da devamlı bir bahaneyle kaçmayı başardı. En sonunda kaçacak yeri kalmayınca konuşmayı tercih etse de kötü talih mi desem, kader mi desem bilemediğim o durum kapıya kadar geldi. Bu sefer de paçayı kurtarmak Tülay’a düştü.
Ev halkı bir yandan pedagogu beklerken bir yandan da plan yapıyordu. Bir laf var ”Hayat sen plan yaparken başına gelen şeydir(John Lennon)” işte tam olarak bunu yaşadı Ar ailesi. Gazanfer’in karışmaması gerektiği bu konuya karışması sonucunda bir karışıklık çıkacağı elbet belliydi ama itiraf edelim ki eve özel harekâtın geleceğini hiçbirimiz tahmin edemezdik.
Teknolojiye güvenmediği için evden apartman girişine telsizle haberleşmeye kalkan Gazanfer, polis frekansına dâhil olunca olan oldu. Evde tamamen masumca gelişen konuşmadan polislerin haberi olunca ortalık savaş alanına döndü. Tabi hemen öncesinde evdeki sözde tiyatronun esintilerini de atlamamak gerekir. Esma hanımınki değildi ama o sırada evde tam bir tiyatro döndü ve oldukça başarılıydı.
Beklenen gün geldi çattı. Bütün olaylara rağmen hala bir parça da olsa umudu olan Ar ailesi yine tam takım mahkemeye gittiler. Tülay, kızından ayrı kalmak pahasına kocasının yaptıklarını sakladığı halde Pelin’in velayeti ona verildi. Bir anne, her ne olursa olsun çocuğunun mutluluğunu düşünür. Normal şartlarda baba da öyledir ancak bazı durumlarda babalar daha bencil olabilir. Hakan eğer söylediği gibi Pelin’in mutluluğunu düşünseydi en başından hiç annesinden ayırmaya çalışmazdı. Üstelik sevgilisinden yeni bir bebeği olacak bir adamın çocuğuna ne derecede iyi bir baba olduğu da tartışılmaz bir konu.
Sonuç olarak mutlu son ve Pelin tekrar Ar ailesinde… Bu haber sadece Ar ailesini değil Tarık, Güneş ve Cücü üçlüsünü hatta Can’ı bile çok mutlu etti. Can’ın tabiriyle Kapsül’ün Ar ailesinde kalması bir bakıma Tarık’ın Engin olduğunun anlaşılmasının yaklaştığını da çağrıştırıyor bana. Hep kötüler kazanacak değil ya. En başında da demiştim, Şeniz’in başını yakacak olan kişi Rıza. Keza öyle de oldu ve ilk bombayı resimlerle belgeleyerek patlattı. Şeniz’in avukatla anlaşırken yanında Fulden ve Hakan’ın da olduğunu Ar ailesinin öğrenmesi, evdeki çürük yumurtayı ortaya çıkardı. Bundan sonra kimse ipin ucunu bırakmaz.
Her şey bu kadar güzel gidecek değil ya arada kötü şeyler de oluyor tabi. Can ve Gülay sonunda Ümit konusunda yüzleştiler. Ama ben Can’ın bu konuyu çok abartacağını düşünmüyorum. Sonuç olarak geçmiş geçmiştir. Hele de yaşatan yaşattıklarından pişmansa… Miray ve Fatih’e gelirsek de İpek yine türlü oyunlarından birini seçerek araya nifak tohumlarını serpiştirmeyi başardı ve ayrılık rüzgârını ikisinin arasında estirmeye başladı
Son olarak sizlere bu güzel sözlerle veda etmek istiyorum. İşte iki doktorun aşkı :)
Haftaya çok daha sıcak, çok daha mutlu, bol aşklı, küslerin barıştığı, annelerin çocuklarına kavuştuğu bir bölümle görüşmek dileğiyle. Sevgiyle kalın.