Harun’cuğum, THE adamın dibi, son dakikada yetişemediğini düşündü ve kahroldu ama şans ondan yanaydı. Bölümün tek mutlusu olarak kendine de o arada bir köpek edindi, Şanslı’yla birlikte ummadığı bir haber aldı bakalım şansı devam edecek mi. Gülseren öldü diye sevineyazdı sanki biraz. Dilara artık İstanbul’a tamamen çakıldı kaldı, hiçbir yere gidemez bu halde. Bebek haberinin Harun’a gitmesi inşallah yakındır. Şahsen ben bu ikiliye çok inanıyor ve merakla bekliyorum. Onların mutlu olması gerekiyor, bunu çok hakettiler. Mutlu olup ortalığı mutluluklarıyla tarumar etmelerini izlemek istiyorum. Ama korkarım bu mutluluğun en büyük engeli Ozan olacak.
Gülseren’in kaybından en çok etkilenen Hazal'dı. Boğaza karşı "Annem!" diye ağlarken bizim de boğazımız düğüm düğüm oldu. En kimsesiz Hazal maalesef, hayata karşı tutunabileceği tek dalını kaybetti. Ben Hazal’a büyük bir musibet lazım kendini toparlayıp akıllanması için derdim ama sanırım bu büyük musibet onu daha da kötü yapacak. Ölümle erken tanışan kızlar hayatlarına ölümle birlikte yeni bir yön verirler. Ya eskisinden iyi, ya da eskisinden kötü olursunuz. Ya eskisinden daha konuşkan olursunuz ya da daha sakin. Kimi kız çocukları ölümden sonra öfke doğurur, kimi teslimiyet. Ama Hazal gibi zor bir karakter, daha da kötüleşeceğinin sinyallerini verdi bize. Yalnız bu sefer, karşısındakiler onu alttan almayacak gibi görünüyor. Cihan Cansu’ya kendisini savunması için cesaret verirken neyi düşünüyordu bilemeyiz ama asıl kimsesiz kalan Cansu’nun da sessizliğine çok güvenmemek gerekiyor.
Ölü evinin en büyük paradoksu gülmektir. Herkes perişandır, kimse birşey yapmak istemez. Zaten yapılacak hiçbir şey yoktur. O kalabalıkta gelen gidenle bol bol konuşulur. Sinirler laçka olmuş, iki laf edip kafa dağıtırsın. Bu ortamlarda –tabii normal evlerde- hep bir yerde kahkaha kopar. Her ailede bulunan bir gıybet ortamı olur mesela, ya da sudan bir mevzu. Bir an gelir ve herkes bu anlatılana güler. Güldüğünüz için suçluluk hisseder ya hemen kendinizi toparlar ya da elinizle ağzınızı kaparsınız. O an çok acı ama çok gerçektir. Yalıda akşam yemeğinde de böyle bir an oldu, çok ince düşünülmüş ve çok güzeldi. Hayatla ölümün, acıyla tatlının, hasretle vuslatın en yakın olduğu anda en uzağa düştüğü sahnelerden biriydi.
Bu sahnelerden bir diğeri de Özkan ve Cihan arasında geçti. Onları pek çok yerde karşı karşıya; münferit olaylarda ise yan yana gördük. Kah Özkan Cihan'ın mekanını bastı, kah Ozan’ı vuran adamı karakolda elbirliğiyle dövdüler. Ancak en uzak olmanın eşiğindeyken en yakına düştükleri o an morgun kapısında gerçekleşti. Çok zor, çok acı bir kaderi paylaştılar. Özkan elindekinin kıymetini bilemediği için pişman, Cihan ise tam kavuşmuşken kaybetmiş. Özkan beni çoğu zaman sinire boğsa da dün akşam ciddi ciddi ağlattı.
Ve Gülseren.. 17 yaşında üvey anne dayağından kaçan Gülseren, 16 sene boyunca tozlu tekstil atölyelerinden fırın tezgahlarına didinip duran Gülseren, kenar mahallelerin güneş görmeyen evlerinde hayatla mücadele eden, hem görümcesiyle hem kızıyla boğuşan Gülseren.. O kadar çok cefa çektin ki, ölüm artık biraz dinlenesin diye mi seni erkenden aldı acep. Ya da cennete en çok sen mi yakışacaktın bilemedik. Seni başlarda çok sevdik, her şeye senin üzerinden değer biçtik. Keriman’a senin yüzünden diş biledik; Cihan’ı sen sevdin diye çok sevdik. Ama sonra ne olduysa oldu büyü bozuldu. Sen sürekli negatif düşünen, güzel olan hiçbir şeyi kendine yakıştıramayan, aşık olduğun adamın sahip olduklarını kendine layık göremeyen bir karakter oldun çıktın. Senden uzaklaştık, aman dedik bu da ne mızmız. Öyle ya o kadar cefa çektin, sonunda hem aşka hem refaha kavuştun neden bunları hak edip etmediğine bu kadar kafa yoruyorsun. Sana anlam veremedik Gülseren. İyiliğin bu cihana sığamadı da mezara sığdı işte sonunda.