Paramparça dün akşam hepimizi acılara gark etti, gözlerimizden yaş bir dakika eksik olmadı. "Benim annem öldü, seninki salonda oturuyor," diyen Hazal’a mı; "Daha kokusuna doyamadım," diyen Cansu’ya mı, "Bunu da mı görecektim?" diye morgda ağlayan Cihan’a mı, karnında bebeğiyle bir odadan diğerine koşan Dilara'cığıma mı, kıymet bilmezliklerinin pişmanlığıyla kahrolan Keriman-Özkan’a mı üzüleyim bilemedim.
Gülseren Zeynep’in eski kocasının kurşunuyla hayatını kaybetti. Yalnız o nasıl ölmek, maşallah herkese tek tek nasihatini verdi, öyle gitti. Kimsede ne bir ağlamak ne bir çığlık. Biz Türk'üz arkadaşlar; bu nasıl bir ölüm sahnesi. Silah patladığında salondan gayri ihtiyarı bir korku çığlığı yükselmez mi? Kurşun yiyen insan bir figan etmez mi? Aşık bir adam öylece mi durur? Dilara bile daha samimiydi o anlarda. Bu kısım olmamıştı ama kızların bölümün geri kalanındaki performansı bu boşluğu doldurdu.
Ozan gayet sakin, sanki olaylarla hiç ilişkisi yokmuş gibi ortalıkta gezindikçe sinir oldum. Düğün mekanında ayıp olmasın diye üzgün görünüyordun Ozan'cım, kimseyi kandırma. Bir de gece kalkıp kızın kapısına gitti. Kadın öldü kadın, sen hala sevgilinin derdinde. Bari iki gün duraydın. Hadi birleştin diyelim, kız kardeşlerinin yüzüne nasıl bakacaksın o kızı koluna takınca? Ozan’ın hayattaki en büyük eksikliği tertemiz bir dayak yememiş olması. Bu hallerini ona bağlıyorum. Ozan şöyle okkalı bir dayak yese; ama dinlene dinlene yese, şahane yese tamam olacak. Pırıl pırıl, pir-ü pak olacak. Herşey bir anda netleşecek. Bu bölüm artık gelir dedim ama gelmedi. Bakalım kimin kısmeti bu dayak. En son bölümün sonunda herhalde olanlara ayıldı da babasının yanında ıslak sokak köpeği gibi bi ağlamalar, bi özür dilemeler. O gözyaşları da Zeynep'ii kaybettim diyeydi de, hazır ağlamışken Gülseren’e mi bağliyim de puan toplayayım dedin orada da tam emin olamadım artık neyse. Acımız var, senin küçük hesaplarını düşünecek değilim..