Gelelim pembe duvarlı, beyaz camlı evin hissettirdiklerine… Elif önce geldi, şöyle bir bakındı etrafına. O arada kocamaaan bir reklam arasına maruz kaldık ve İpek-Nedret muhabbetine. Yani bu Nedret ve İpek’in sürekli böyle bir bikbiklenip, ondan sonra “tıbi cınım yaaa!” diye birbirlerine bakış atmalarına bir ben kıl oluyor olamam diye düşünüyorum. Neyse o ikisini kaldıkları yerde bırakalım, Ömer Tayyar’ı hastane odasında ziyarete gitti. “Hüseyin Demir’i sen kaçırmışsın Tayyar Dündar!” dedi. Tayyar’cıım elbette ki “Ay ben bu yattığım yerden ne yapayım kiiii!” diye cevap verdi. Bu işlerin sonunda olan Hüseyin’e olup, Tayyar düzlüğe çıkacak gibi bir his var içimde, nedendir acaba? Paragrafın başına dönüyorum, Elif evde geziyordu. Bir an dalgınlığına geldi, babasının saatinin camını kırdı. İşte orada içindeki her şey bir anda ortalığa döküldü, saçıldı. O kırılan saatin camı aslında Elif’in içinde kırılan duygulardı. Sonrasında gelen sinir harbi ile odada ne var ne yoksa kırıldı, döküldü zaten. Bu arada şu sahne çok daha iyi çekilebilirdi, tıpkı Ömer’in kuyu sahnesi gibi. Gerçi benim bunları çok dememe gerek yok, dizinin hayranları olarak genel anlamda sahnelerin yetersiz çekildiği (zaman zaman elbette) gibi bir fikrimiz var.