Merhaba Kiralık Aşkseverler, 41 bölüm ü gerimizde bıraktık. 41. bölümün yönetmenliğini üstlenen Devrim Yalçın'a, harika çekim açıları için çok teşekkür ederim, özlediğim Ömer İplikçi karizmasına kavuşturdu bizi, her şeyden evvel^.^
Haziran kapıdan baktırır, Nisan fırtınalar estirir. Bu hikayede neler yaşadık, nerelerden geçtik de geldik buralara.. 41. bölümün sonunda Defne'yi haklı bulanlar ve Ömer'i haklı bulanlar olarak ikiye ayrılıp, Fikret'i sevmeyenler ve istemeyenler çatısı altında birleştik. Yine değişik bir bölüm yorumlaması yapacağım, karakterlerin geldiği noktayı inceleyerek, sindire sindire yazacağım. Öncelikle şunu belirtmek isterim, Kiralık Aşk Oyunu'nun, yani sırrın, ortaya çıkması gereken keskin virajlarımız oldu bugüne dek.. Her an, her saniye, bu sırrın açığa çıkmasına, benden onay vardı. Bir an evvel, bu aşk kirlenmeden Ömer her şeyi öğrenmeliydi. Hep kafama raptiyeyle tutturduğum bu notla izledim Kiralık Aşk'ı. Ama bazen de ekstra olarak "E hadi ama Defne!" diye bağırdım. Mesela en son Defne 29. bölümün başında, o arabanın içinde Ömer'in gözünde afaki konuşmalar yaparken, söylemek zorunda artık diye hissediyordum. Kafamın içinde, "Sırrın ortaya çıkması gerekiyor" melodisi zaman içinde hep değişik volümlerde çaldıysa da, hiç bu kadar yükselmemişti. Evet bugün, bu geldiğimiz noktada, rahatsız edecek şekilde, sesi sonuna kadar açık bu melodinin.
Aralarındaki gerilimin sebebi her zaman cinselsizlik değildi, Defne'nin suçluluk psikolojisiydi bazen de. Bu oyundan ötürü, kendini ezik görmeleri, kendini Ömer'e yakıştıramamalarıydı aslında. Vuslata ermeleri değil de, konuşmaları gereken bir konu vardı her şeyden evvel, baskın gelmesi gereken. Zaten konuşmaya diye gidip de sevişen cağnım esas çiftim, bu olayı da çok kolay kabul edip, sanki yıllardır sevişiyorlarmış gibi üzerinde durmadılar. Defne Ömer'e, Ömer Defne'ye ait oldu tamamen. Ya sonra? Biter mi sandınız acılar, Defne'nin kaybetme korkusu daha da baskın olmaya başladı. İçten içe daha fazla farkında şimdi Kiralık Aşk olduğunun. Öyleyse Defne'den ve Ömer'den başlayalım.
Ah Ömer'im İplikçi'm, onca zenginliğin içinde, bi balık yağı hapı falan alacak bütçe mi yaratamadın? Olmadı sigortadan bir B12 yazdırsaydın sağlık karnene zamanında, belki o zaman daha güçlü bir hafızan olurdu. "Çarşamba Cadısı" Ömer'de çağrışım yapsın istedim. O kadar çok istedim ki, Ömer'in geçmişinde güzel bulabildiğim tek detay bu sanırım zaten. Ömer'in hayatını bir anka değiştirmeseydi de, çarpışıp etkilendiği kızın, yere düşürdüğü çizimleri, Ömer'in aklına tasarımcı olma fikrini soksaydı mesela. Hatta o çarşamba cadısının turuncusundan etkilendiği için Passionis turuncusu ortaya çıkmış olsaydı. Mavi saçlı kızı değil de çarşamba cadısı saçlı kızı arasaydı Ömer. Ya da en azından yer etseydi keşke Defne, Ömer'in geçmişinde bir şekilde veyahut 30.Bölüm'de hiç karşılaşmış olmasalardı! Ömer, bu detayı hatırlayamadıkça, ben kahrolmaya devam ediiiciiim. Zaten anka armasının çıktığı kutudan geçmişten gelen bir kara kalem Defne çizimi çıkmadığı için hala kırgınım, mazi kalbimde yaradır.
Ömer ve Defne mutlu başladılar sabaha, ama Defne'nin ve dolayısıyla da Ömer'in mutluluk süresi, ancak saatlerle sınırlı olduğu için, çok da fazla süremedi. Ömer, çok yol katetmiş oldukları için, Defne'sinden ayrı dakikalar bile geçirmek istemediği için, artık evlenmek istiyor. Defne, onda kalsın, hiç gitmesin istiyor.
-Bana gel ben de kal.
-Geliyorum, sen de buluşuruz.
"Benden duy istedim" diye söylenen sözler, söyleyen tarafın çok canını yakar genelde. Defne istemez mi? Ömer'in de, geçmişindeki ankasının da arkasında olabilmeyi. İster elbet, o ankayı çerçeveletip duvara asan Defne'lerdir gerçek olan. Ömer'in avcuna bıraktı, mavi saçlı kızın Fikret olduğu gerçeğini, sevdiği adamın evinde, sevdiği adamı bekliyor. Sofra kurmuş, romantik de bir ortam yaratmış. Ne zaman hakkı verildi ki o sofraların bu akşam verilsin? Ömer'e ulaşamıyor, Fikret anlattı mı her şeyi bilmiyor, Fikret Ömer'den hoşlanıyor biliyor ve Fikret'in karşısına geçip, "Bacım sen hayırdır," diyemiyor. Nasıl desin?
Ömer geliyor, "Sevgilim," diye afilli bir giriş bir yapıyor üstelik. Adam, annesiyle barışmasına sebep olan kıza teşekkür etmiş kendi penceresinde, sevdiği kadın evinde, bir gün önce sevişmişlerdi ve bunun devamında yaklaşabileceği şekilde bir işve cilve modunda. Ama Defne, kurmuş kafasında kim bilir neler, Ömer'e metresinin yanından eve gelen kocaya atılacak derecede bir triple yaklaşıyor. Ömer'in bu duruma tepkisi ezberlediğimiz cinsten; "Defne ben anlamıyorum," Hahahaha neyi anladın be Ömer İplikçi sen? 41 haftadır, her bölüm stabil repliğin zaten bu senin.
Bakın ben de hiç sevmem, farazi sohbetleri. Ergenken severdim ama o yaşlarıma gömdüm de geldim bugünlere. "Aşkım ben ölsem ne kadar üzülürsün?" sorusuna, "Nerden bileyim, hiç ölmedin ki yaşamadan bilemem," der geçerim. O kadar saçmadır, yaşamadığımız şeyler hakkında konuşmak, bir kere tat kaçırır. Ama Defne, "Benim tadım kaçmış zaten, Ömer'inkini de bir kaçırayım" diye yaklaşıyor olaya, sanarsın ki özel gününde. Hani Nihan ve Serdar'ın nişanında, İz'le Ömer yakınlaşmasın diye, Ömer'i boğan Defne'lere gidiyorum, aynı kafa. Ben diyor olmasaydım diyor, siz diyor, Fikret'le diyor, olur muydunuz diyor. Üstelik ısrarla soruyor. Ömer'in gözünde bu gereksiz bir konuşma, çünkü sanıyor ki kader işte onun Defne'yle yollarını birleştirmiş. Ama Defne için öyle değil durum. Defne, Ömer'in hayatına, bilhassa getirildi, kendisini Ömer'e aşık etme amacı vardı ve evlilikleri aslında planlanmıştı. Defne, Ömer'i hep yalnız, kapıları herkese kapalı bir adam olarak biliyordu. İz, Ömer'i en zor anında terk etmişti, Ömer için zaten bitmişti. Ve buz dağını eritebilen tek kişi kendisiydi Defne için. Ama şimdi, Defne'nin gözünde durum değişti. Çünkü Ömer, Defne'nin farazi sorusuna "Evet" cevabı verdi. Doğru söyleyeni dokuz köyden koyarlar elbet, bu ne biçim doğru? Böyle doğruyu ben kabul edemiyorum arkadaşım. Çünkü, Ömer'in "Bilmiyorum," demesi gerekirdi. Belki çok fazla günahını almış olacağım ama bu Ömer'in Fikret'e o an alıcı gözüyle bakabildiğini gösterir. Bakın ben söylüyorum bunu, en büyük Ömer İplikçi hayranı, en çok Ömer İplikçi hayranı olan kişi söylüyor bunu. Ne demek evet? Ben de Defne olsam aynı tepkileri verirdim, "İyi, ben çekileyim," o zaman derdim. Üstelik ben Ömer'in Defne'yi ne kadar sevdiğini biliyorum. Peki Defne biliyor mu bunu?
Ömer, Defne'nin "Neden ben?" sorusuna, "Güven duygusu, seni tanıyıncaya kadar unuttuğum bir şeydi," cevabını vermişti. Üstelik, Defne'nin Tranba'ya çizimlerini sattığını ve kendisine yalan söylediğini öğrendiğinde, "Güvenmiyorum," deyip, evlenmek üzere olduğu kadını terk etti. İlişkilerinin bir yalan üzerine inşa edildiğini öğrendiğinde ne kadar büyük tepkilerin söz konusu olduğunu düşünmekte Defne haklıdır aslında. Defne, Ömer'in hayatındaki yerini tam olarak bilmiyor. "Birlikteyken şahaneyiz, bana iyi geliyorsun, şöyle tatlısın, böyle güzelsin," Eee? Dergilere verilen röportajdaki "İlham perim yok," ne olacak? Ömer'in tekrar çizim yapabilmesinin İz sayesinde olduğunu düşünüyor mesela hala Defne. Ömer, Defne'ye "Seni seviyorum," demedi ki, kapıya dedi yahu! Nasıl sevmesin adam kapıyı, Defne'nin 21. bölümde sarhoş olup, aşka gelip, "Ben Ömer'in Defne'si," dediği kapı o, ben de seviyorum o kapıyı.
Defne, suçluluk psikolojisinin tüm dışa dökümünü Ömer'e vurmakta haklı mıydı peki? Yani tüm bu olanlar haklı kılar mı Defne'yi? Hayır. Ömer bu, etik yemiş de gelmiş, dürüst davranıyor ama bilmiyor Defne'nin neden bu kadar ezildiğini, neden hala kendisine güvenmekte bu kadar güçlük çektiğini. Defne paranoya yapıyor zannediyor sadece. Ömer için olay saçma bir kıskançlık krizinden ibaret, çünkü ortada bir Kiralık Aşk Oyunu olmasaydı, ya da Fikret bunu bilmeseydi bile hatta, Defne böyle absürt tepkiler elbetteki vermeyecekti. Defne'nin çaresizliğini gördükçe, Ömer'e yükleniyoruz, ama Ömer bunu bilmiyor, bunu atlamamak zorundayız. Defne kafasında neler kuruyor belki ama Ömer için Defne'si var zaten. Defne'yle tanıştılar, onu seviyor ve Defne'nin paranoyalarını yersiz buluyor. Oysa olayın Defne tarafı da şundan ibaret, tanışma kısmı bir oyunla başladı. Ömer'in evet'ine kızmadım mı? Kızdım. Ama Defne oyun ve yaşadıkları yüzünden kendini doldurmamış olsaydı eğer, ortada böyle bir soru olmazdı, bunu savunuyorum ben. Misal, Ömer Defne'nin karşısına geçip de, "Ben olmasaydım, sen Sinan'la olur muydun?" diye sorsa, Defne "Hayır," diyebilir mi? Hoşlanmıyor muydu Sinan'dan? Ama Ömer, böyle bir soru sormaz, çünkü kıvranarak sakladığı ve içini yiyen sırları yok Defne'nin karşısında. Karşınızdaki insanı anlamak için empati yapabilmeniz lazım, Ömer'in Defne ile empati yapabilmesi de imkansız ötesi. Adam anlamıyor, bilmiyor hiçbir şey, nasıl anlasın? Yapma Defo'ciğim, bu kadar zeytinyağı gibi yukarıya çıkma, oyun ortaya çıktığında, Ömer'in yüzüne bakamayacağın noktalara getirme kendini, ben buna üzülüyorum.
"Söyle canım, söyle canımın içi.." "Sen benim canımsın." Canım ne kadar da güzel bir kelimedir öyle değil mi? Ben hele, o kadar çok severim ki, Ömer'den Defne'sine aralara sıkıştırılmasına da bittim desem, doğru bir tanımlama olur. En önemli şey, canımızdır ve kendi canını biriyle eş değer görmek kadar da özel bir şey yoktur. Açıkçası Defne'nin utangaç utangaç "canım" diyişlerinden pek memnun değildim ama Ömer Bey'lere çok yakıştırdım. Defne'nin, esip gürlerken, bunu atlamamasını isterdim, çünkü karşısında kendisine çok güzel bakan bir adet Ömer İplikçi var, Defne hoyrat davranışlarıyla sadece kendi canını değil, onun da canını yakacaktır.