Pınar'ın hayaliyle savaşan Kürşat, kötü olmayı başaramıyor, iyi de olamıyor. Pınar'ın sanrılarıyla boğuşurken, seyirciye öğretici bir mesaj veriliyor: Her şey susar, vicdan hariç! Öte yandan Leyla’nın sürekli gördüğü Pınar halinin yani sanrılarının sebebini de öğreniyoruz: Pınar’ın aldığı travma…
Seyirciye artık saçma gelebilecek Leyla neden kızı için kimliğini açıklayıp her şeyden vazgeçmiyor sorusuna velayet davası için yeni katılan avukat cevap veriyor: " Pınar olduğunu söylersen, hapse girersin," işte yeni açmazımız bu. Leyla, Pınar kızı için mücadele edecek.
Modern üvey annemiz: Canan
Canan karakteri dizinin içinde var olan psikolojik yorumlamalara en açık karakterlerden biri. Elif ile girdiği ölçüsüz ve orantısız mücadele bir soruyu sorduruyor: Bu kadının derdi ne? Yalnızca para olabilir mi? İyi olmayı başaramadığı için, kötü olarak hikayesine devam eden uç kötü karakter. Sürekli Canan karakterinin 'kazanması', kötünün hep kazanması yerine düşüp kalktığını izlemek daha zevkli olacaktır.
Gerçekliği tüketmeyi seçmek…
Hangi his daha ağır basar? İzlerken, dinlerken hiç bir zaman tek bir duyguyla baş başa kalmayız. Biri daha ağır bassa da en çok olanı duyguların iç içe geçmesidir. Karmaşık duygu akışlarında ise en sağlam iletilen gerçeklik hissidir. Televizyon büyük ölçüde tüketime hizmet eder, özellikle diziler anlık hislerimize nokta atışı yaparlar. Her seyirci farklı bir duygunun ağır bastığı hikayede kendini bulur. Yani neyi tüketeceğini seçer. Mühim olan anlık hislerin tüketimindeki gerçeklik hissidir.
Elif'in yaşadığı travmayı, çektiği eziyetleri fazlasıyla dramatize edilmiş bir şekilde izlemek seyircinin içini sıktığı gibi, boncuk boncuk ağlayan bir çocuk karakter görmek seyircinin vicdanını yaralıyor
Peki, Elif gerçek değil mi? Elif’in temsil ettiği çocuk eziyetleri sosyal sınıfı değişik yani fakir ya da zengin olarak yok mu? Leyla Kırşan, başarılı şekilde rol çıkaran ufak bir çocuk oyuncu olsa da maalesef karakteri gereği canlandırdığı ağır dram hikayede oyun olsa da hayatta gerçek! Keşke, senaryosunu değiştirip yüzünü güldüreceğimiz çocuklar olsa. Maalesef ki izlerken sinir olduğumuz, homurdandığımız bu gerçeklik hayatta kabul görmüş şekilde işlediği için, ekranda da karşımıza çıkıyor.
Yine de fizyolojik ve psikolojik dramın çocuk üzerindeki aktarımının yumuşatılması gerektiğini düşünüyorum. Gerçeğin ta kendisini izlemek, büyülü kaçışlar arayan seyirciyi yoracaktır. Yusuf- Leyla- Elif' sahnesinde olduğu gibi, her şeyin iyi olacağına dair umutlar barındıran sahnelere ihtiyaç var.
Kırılan Ayanın Hikayesi..
Bölümün son sahnesi, oldukça başarılı kurulmuş. Hikayenin doruk noktasına çıkıp Leyla'nın büyük sırrını Yusuf'la bir kriz anında paylaşması anındaki çekimler, sembol nesne olan ayna, oyunculuklar, hikayenin kırılma noktasını sunuyor. Yüzünden ve yaşadıklarından çıkıp gitmek isteyen Leyla'nın yaşadığı kriz sonrası kırdığı ayna, Yusuf'un yine birinci bölümde olduğu gibi, en kritik noktada sahneye dahil olması, oldukça hoş detaylar. Görüntü kırık aynada yoğunlaştıktan sonra, Yusuf ve Leyla'nın ikiye bölünmüş yüzüne kadar hikayeyi destekliyor. Burada Dilşad Çelebi'nin kriz ve kendini inkâr halindeki oyununun haykırışlarından, Cansel Elçin'in gerçeği duymadan önceki şefkate ve sonrasında geçtiği hüzün, şaşkınlık ve öfkeye kadar minimal ve abartısız mimiklerindeki derin duygu yoğunluğuna kadar her şey çok etkileyiciydi. Şimdi, 'aşk' dediğimizin olmazsa olmazı tamamlandı.. Derin bir kırıklık ve yalan üzerine yine de gidemez mi adam?