Saatlerdir ekran başındayım. Yazıya nereden başlayacağıma, nasıl bir giriş yapacağıma bir türlü karar veremedim. Düşünüyorum, düşünüyorum... Neyi mi? Tabii ki Defne ve Ömer'i! Karakterlerini, hayata bakışlarını, davranışlarını, üzüntülerini, mutluluklarını... Yani onları onlar yapan her şeyi, hayatlarını... İki yarımın tam olmasını...
Bugün şiirle karışık, şiirle harmanlanmış bir yazı yazmaya karar verdim. Şiir hayattır çünkü ve biz bu bölüm hayatta ne varsa onu izledik!
İnsanları yargılamamayı yaşarak öğrenenlerden biriyim ben. Hiçbir şeyin tek taraflı ve durup dururken gerçekleşmediğini düşünürüm. Her şeyin mutlaka bir nedeni vardır. O yüzden hep iki taraftan bakmaya çalışırım. Hele söz konusu olan aşksa, sana öğretilen, senin öğrendiğin, bildiğin çoğu şeyin hiç de öyle olmadığını bilirim.
"Bir yürek üşümüş, kapamış kapılarını. Onarmak zordur."
Özdemir Asaf'ın bu dizeleri Ömer'i anımsattı bana. Yüreğinin çözülmesi ne kadar zorsa buz tutması da bir o kadar kolay oluyor çünkü. Bu kadar güzel sevebilen bir adamın, bu kadar duyarsızmış gibi görünmesini anlamaya çalışıyorum. Dikkatinizi çekerim! Duyarsız değil duyarsız gibi görünmeye çalışıyor yalnızca. Kendince yeni yaralar almamak için, kendini korumak için... Herkes kendi doğrularıyla yaşar; kendini yaptığı şeyin en doğrusu olduğuna inandırmaya çalışır. Ömer de verdiği kararın kendisi için en doğrusu olduğuna inanarak, bir kez daha buzdan bir adama dönüştü. Yine de o istifa sahnesi gözümün önünden gitmiyor bir türlü. İnsan her ne yaşamış olursa olsun, ne kadar haklı olursa olsun doğru bildiğini sandığın bazı şeyler her zaman doğru olmuyor işte. Bu kadar güzel seven bir adamı bile çok afedersiniz ama, bir öküze dönüştürebiliyor. Defne zaten üzüntüden yerlerde sürünürken; o tavrınla onu yerin yedi kat altına gömdün sen Ömer! "İçim yanıyor," diyorsun, ama sen ateşe verdin "içini"! Dua et ki karşında seni çok güzel gören, seni her halinle çok seven bir kadın var. Ve o kadın kendini değil seni haklı görüyor! Haklıydın da üstelik! Ta ki parmağından o yüzüğü çıkarana kadar!
"Tek kişilik miydi bu şehir? Sen gidince bomboş kaldı."*
Gitmek vazgeçmek değildir aslında... Belki bir şeyleri ardında bırakırsın, ama kalbin de seninle geliyorsa ve sen onu susturamıyorsan gitmelerin de bir anlamı kalmıyor. Çaresiz kalan Defne'nin de kendince yapabileceği en doğru şey gitmekti. Biraz nefes almak, biraz kendini dinlemek, biraz kendiyle başbaşa kalmak için... Nasıl güzel, nasıl kocaman yüreği var bu kızın. Oraya herkes yerleşebilir ve herkes o yürekte kendine pekâlâ çok güzel bir yer edinebilir. Öyle kocaman ki... Şirketteki vedalaşma sahnesinde çok iyi gördük bunu. Herkesi almış o kocaman yüreğine... Hepsine güzel yerler ayırmış... Ardında çok güzel hikâyeler bırakarak ayrıldı şirketten.
Arkadaşlarını ardında bırakırsın da aileni bırakmak... İşte en zoru o! Çünkü seni en çok düşünen, seni en iyi anlayan onlar. Bırakıp gitmek kolay değil, ama bazen yeniden başlamak için bitirmek gerekir. En güzel şeyler her şey bitti dediğimiz anda başlar belki...