Sevgi denen şey elle tutulur, gözle görülür bir şey değildir. Bir insanın aşkını en önce gözlerde görürüz. Defne ve Ömer'in aşkı da gözlerde başladı işte. Aşk, farkında olmadan doğan bir şeydir. "Bakışlar, bakışlar.." diye gönlümüzü fetheden Ömer İplikçi'nin, Defne'sinin gözlerinde gördüğü şey de, Defne'nin kendisine olan tutulmasıydı aslında. Yaşarken farkına varamayacağımız, dışarıdan görülmesi çok da zor olmayan bu olaya, Defne ve Ömer arasında kurulan ilk bağ diyebiliriz. Gözlerin yalan söyleyeceğine asla inanmıyorum, keşke her zaman gözleri doğru okuyabilsek. Akabinde gelen Defne'nin ürkeklik hali de, aşkının en büyük kanıtıdır aslında. Çekinme, utanma ve saçmalamak.. Aşkın en olmazsa olmazlarıdır benim gözümde ve bir kadına inanılmaz yakışır. Her haliyle ürkek bir kadın, söz konusu kıskanma olduğunda, hiç tanıyamayacağınız bir kaplana dönüşebilir. Defne'nin sonra sonra farkına vardığı bu şey, aşkının içine nasıl yayıldığının en temel kanıtlarından biridir.
Ömer İplikçi için, hep bahsedilen "Kapılarını kimseye açmama" eyleminin, Defne'yle kırıldığı ilk anlardır bana sorarsanız büyük aşkın başlangıçları. Ömer, Defne'yi sadece var olarak etkilerken, Ömer için Defne'nin bu kadar çekici olmasının temel sebebi, hayalindeki kadın olması aslında. Biraz geçmişinden gelen, biraz da özlediği.. Sahte ve şatafatlı dünyaya en doğal ve gerçek olarak gelip, günden güne yayılması. Sırf kendi içtenliğiyle, farkında bile olmadan Ömer'in buzdan şatosunu ısıtmaya başlaması.. Ömer ne kadar dirense de, Defne'nin aşk dolu sıcacık bakışlarının hep galip çıkması aslında. Ömer, bu aşkta en başından beri hep kendine yeniliyor ve farkında değildi ki yenilgiyi deli gibi istiyordu da aslında.
Herkesin sevgi anlayışı farklı olabilir. Defne, çok tutarsız davranışlar sergilerken, kısacası ne yapacağını bilemezken, Ömer bunu "Sen buna sevmek mi diyorsun?" diye tanımlamıştı kafasında. Aslında Defne aşkta acemiydi, böylesi bir ilişkiyi ilk kez yaşıyordu. Kimin, neyi kafasında nereye koyacağını bilemeyebiliriz. Aşk, çok ince bi çizgi üzerinde kuruludur aslında. Aşk, kontrol altında tutulması gereken bir şeydir, sanılanın aksine. Çünkü çok yoğun bir duyguyu gelişi güzel yaşarsanız bence tükenir, yıpratır. Hani "Aşkta her şey mübahtır.." sözüne asla inanmam ve ekseriyetle "Hayır değildir!" diye de savunabilirim ama sevginin boyutuyla alakası yoktur işte bunun.
Fuzuli'ye sormuşlar, "Sevmek mi daha güzeldir sevilmek mi?" diye. "Sevmek demiş. Çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın.." Yani demek istediğim şu, kimin kimi ne kadar sevdiğini bilemeyiz, bence önemli de değildir. İster Defne daha çok sevsin, ister Ömer.. Ama Ömer'in aşkı daha masumdur benim gözümde, sevdiği kadına, aklında endişe olmadan, yalansız dolansız kapılarını sonunda açmayı başardığı için. Ve sevdiği kadının, kendisinden bir şeyler sakladığını bilmesine rağmen, onu kabul edebildiği için. Ne zaman ki, Defne her şeyi anlattığında, dolu dolu seven, saçmalamayan bir Defne olur, oturur tekrar konuşuruz üzerinde, orası çok ayrı. Yalandan, abartılanın aksine herkes kadar nefret eden Ömer'e göz göre göre yalan söylemeye devam etmek de, Defne'nin meşkalesi değil elbette. Kaybetme korkusu.. "Ya giderse, ya affetmezse.." kadar, insanın içini yiyip bitiren bir şey daha var mıdır bilmiyorum. Hiç kolay değil bir insanın karşısına geçmek ve ben sana oyun oynadım demek elbette. "Zaten bir gün öğrenecek, o gün neden bugün olmasın? " diye düşünürken biz, Defne hep bugün de mutlu uyumak istemiş olabilir. Hayatımda kısa bir süredir yaptığım en güzel şey şu, insanları anlamak, onaylamasam bile anlamak. Kafa rahat, stres yok, mutlu yaşamın sırrı bu bence. Haklı değil bu düşüncede Defne, ama onu gerçekten anlıyorum. Peki Defne'nin kaçırdıkları neler? Defne, neyi göremiyor? Ömer'in asla gitmeyeceğini..
Bu aşk Ömer'i çok fazla değiştirdi. "Her şey sana benzesin, bu ev, şehirdeki ev, ben.." dedi ve istediği oldu Ömer'in. Aslında, özünde Ömer de tam Defne gibi birisiydi. Sabahları ustasına çay demleyen Ömer'ler, zamanla, aldıkları darbelerin idrakıyla başka biri olmuşlardı. Sihirli bir dokunuşa ihtiyaçları vardı, özlerine dönmek için.. Bahçesindeki çiçekler, evindeki ıssızlığı bozan fazladan mobilyalar tamamen gözle görülür değişiklikler, esas değişen Ömer’in ruhu.. Hayatta işten başka hiçbir şeye önem vermeyen, tüm vaktini işe harcayan Ömer İplikçi, sevdiği kadınla vakit geçirme pahasına çok kez işini yoksaydı. Kendisine hata yapan insanları bir kalemde silip arkasına bakmayan Ömer, Defne’den sonra, kendisine bir çok hata yapan insanı affedebildi. Mabedi olarak nitelendirebileceğimiz çalışma odasının kapılarını sadece Defne’ye açtı, annesiyle babasından kalan evine sadece Defne’yi götürdü.. Buzdan şatosuna kimseyi almayan, emrivaki misafirlerden de çok hoşlanmayan Ömer, evinde parti bile verdi. En önemlisi, hayatta yalnızca kendine güvenen Ömer İplikçi, risk alma pahasına Defne’ye güvenmeyi seçti. Annesinin ölüm yıl dönümünü, ritüel olarak evde tek başına, ışıklar kapalı geçirirken, Defne’nin bütün ışıkları açarak, onunla acısını paylaşmasını kabul etti. Her zaman mantığıyla hareket ederken, Defne’nin sayesinde sezgilerine de güvenmeyi öğrendi. Her kararını kendi alan Ömer İplikçi, çok kez aldığı kararları Defne’ye danıştı. Defne’ye yardım edebilmek için, Defne’ye en sevmediği şeyi bile yaptı, bir şeylerin üzerini örterek halletmeye çalıştı ev meselesini..Sırf Sude, Defne’yi şirkette herkese rezil etti diye, aynısını ona da yaşattı. İlk tanıdığımız Ömer İplikçi’nin asla yapmayacağı ne varsa, zamanla prensiplerinden öteye geçebilmeyi, zaman zaman kusurlu davranışlarda bulunarak bazı şeylerden feragat edebilmeyi öğrendi Ömer.. İki kişi olmayı öğrendi en çok da, yalnızlığını Defne’yle paylaşabilmeyi.. Günlük kelime kotasının üzerine çıkarak, konuşmayı öğrendi, bu da fazlaca önemliydi. Defne’nin bir daha onu bırakmayacağına inanması, belki de atabildiği en büyük adımdı.
"Hayranlığın aşkla çok alakası var, birinin duruşuna, yaptığı işe hayran olmak.. Böyle tutuluyorsun.." Tasarımcı olmak isteyen bir genç kız, tasarım sınavına giderken, yolda bir adamla çarpışıyor. O adam, onun kaderi ve kendisi de bunu bilmiyor. Genç kızın hayalleri, paramparça oluyor bir gün ve daha da kötüsü hayallerinden vazgeçiyor bile.. Yıllar sonra, türlü sebeplerden ötürü, bir adamı kendine aşık etmeye çalışırken düştüğü yer bir tasarım şirketi.. Karşısındaki adam, Türkiye'nin en başarılı ayakkabı tasarımcısı.. Defne'nin Ömer'in yaptığı işe zaten hayran olmasıyla beraber, Ömer'in bir de mükemmel bir duruşu var. Evet, hayranlıkla aşkın çok alakası var..
Defne'nin gözünde Ömer, ulaşılmayacak kadar yüksekte biriydi en başından beri. Daha ilk gün, "Olmaz o iş.." olarak bakıyordu, Ömer'in kendisine aşık olmasına. Çünkü yalnızca Defne değil, farkındaydı ki herkes Ömer'i çok beğeniyordu ve Defne kendi penceresinden baktığında, Ömer'in etrafındaki kadınlar gibi değildi. Elbette ki, Ömer'in o tarz kadınlardan hoşlanmadığını bilemezdi. Defne, hiçbir zaman kendinin farkında olabilen biri de olmadı zaten. Defne'nin kendinde göremediği ne varsa, onları gören de bir Ömer oldu. Defne, tatlı tatlı mutfakta koşuşturuyordu Ömer'in gözünde, heyecanlanınca saçmalıyordu. Ama Defne kendine baktığında, ya sakardı ya da kendini rezil ediyordu. Hepsinden de öte, kiralık aşk oyunuyla Ömer'in hayatına, topuklu ayakkabılarla ve makyajlı haliyle girdiği için, mahalledeki 'Defo' olmadığı için, Ömer gerçek Defne'yi tanısa sevmez zannediyordu. Neriman'ın payı da çok büyüktü tabii bunda.. O yüzden sürekli, "Neden ben?" diye takılıp kalıyordu, Ömer'in karşısında. Geçmişinde annesi ve babası tarafından terkedilmiş bir çocuk olduğu için, annesi tarafından bile sevilmediğini düşündüğü için, bir gün birinin kendisini bu kadar çok seveceğine ihtimal veremiyordu içten içe..
Ömer Defne'ye, Defne'nin bile bilmediği kadar çok aşık.. Defne sır ortaya çıktığında, herkes gibi Ömer'in de kendisini terkedeceğini düşünüyor. 'Annesi bile terketmiş, Ömer mi terketmeyecek?' ya da 'dedesini bile silmiş bir adam Defne'yi mi silmeyecek?' Defne'nin içinde, olay belki de böyle kapanıyor. O yaralara sahip olmadan, bilemeyiz elbette. Ömer, çok acı çekti Defne'nin arkasından, günlerce, haftalarca, barışıncaya kadar hatta.. Ama Defne, Ömer'i ne zaman görse, dimdik duran bir adamdı Ömer. Ölümüne sarhoş oldu, Defne zannedip İz'le öpüşme gafletine kadar düştü ama ertesi gün sapasağlam durdu Defne'nin karşısında. Defne'nin arkasından, bulduğu her boş beyaz kağıda Defne'yi çizdi ama Defne sadece 'aşk ve aşk acısı' tasarımını tamamlamış, başarılı bir adam gördü. Defne ona "Bitti.." dediğinde belki bileklerini kesmek istedi ama İz'in elinden tutup partiden çıkacak kadar sağlam kaldı. Defne'nin arkasından, tüm hıncını işe verdi "mağaza açıcaz.." diye tutturdu, fakat Defne'nin gözünde hala işinde gücünde dimdik duruyordu. Hepsinden de öte, "Tasarımlarımı yaparken ilham aldığım bir kadın yok.." açıklamasını, gerçek sandı Defne. Ömer, his kaybı yaşayıp çizim yapamadığında, kendisinin tekrar çizmesine vesile olamayacağı kadar yok olduğunu düşündü, İz'in sayesinde çiziyor zannetti. Yani Defne, Ömer'in kendisini sevdiğini biliyor ama her şeyi öğrendiğinde arkasına bakmadan gidebileceğini düşünüyor. Çünkü Defne için, terkedişlerinin bir sebebi hep vardı ama Ömer onu anlamak yerine, hep yargılamayı seçti..
Ömer için yalan affedilmeyecek bir şey olabilir, ama Defne'nin bu kadar çok yalan söylemesinin esas sebebi de, ponçik kalbinde taşıdığı aşk işte.. Doğru ya da yanlış, mesele bu değil.. Ömer'e oyun oynayamayacağına karar verdiği için dağ evinde Ömer'i terketmesiyle başladı Defne'nin cenderesi.. Ömer'i çok sevdiği ve bu oyunu Ömer'e oynamak istemediği için uzak kaldı hep. Sevdiği adama, sevdiği adam için, "Yapma, dur, olmaz, kalamam, hayır.." dedi, defalarca. Yine de aşkı ya da Ömer baskın çıktı ve sırf Ömer'le evlenebilmek için, bir yalan daha söyleyerek Tranba'dan çek aldı Defne.. Sadece Ömer'i çok sevdiği için yaptı bunu, ona tertemiz bir Defne olarak gitmek için. Durumları düzeltmeye çalıştıkça daha karmaşık hale getirmesine rağmen, sırtındaki yükle Ömer'e gitmeyi uygun bulmadığı ve kendi oyununa onu alet etmek istemediği için, bir kez daha yalan söyleyerek başka bir Tranba uzantılı çeke yanaştı Defne.. Ömer'i sevdiği için, sırf Ömer üzülmesin diye, ailesini, dostunu, herkesi karşısına almasın diye çok kez sustu. Konuşmak istediği zamanlarda da susturuldu, herkes konuşmasını istediğinde de Defne cesaretini toplayamadı. Ama her şeyi sevgisinden yaptı. Ömer şuana kadar ki her tavrında haklı bile olsa, her şey ortaya çıktığında Defne'yi bu yüzden anlayacaktır, şuan Defne bile farkında değil.. Küçücük bedenindeki ponçik kalbine sığmayıp adeta taşan bu aşk için, Defne'nin nelerle savaştığını görecektir..
Defne de Ömer kadar değişti aslında bu aşkta, her şeyden önce büyüdü. En başında ne dedik, aslında her şey yaşanması gerektiği gibi, daha iyisi için ilerliyordu Meriç Acemi’nin kaleminde.. Aslında Defne’yi büyüten Ömer’di. Ömer değiştikçe değişti Defne. Herşeyden önce, Ömer’in asistanı olan Defne kendi üzerindeki eziklik psikolojisini asla atamayacaktı. Ömer sayesinde tasarımcı olmuş ve hayallerine kavuşmuştu.. Yanlış yerden başlamıştı ilişkileri, doğru yeri yaşanılanlarla buldular, birbirlerini daha fazla tanıdılar. Ayrılıkla çok kez sınanan bu aşk, özlemle harmanlanmak zorundaydı. Ömer’in gözündeki tutarsız Defne’nin değişmesi ve Ömer’in gerçekten Defne’ye inanması gerekiyordu. Defne zamanla, sözleriyle davranışları aynı noktada kesişen biri olabildi. Ömer’in de değişmesiyle, önyargısını törpülemesiyle, egosundan sıyrılmasıyla, birbirlerine karşı ‘oldukları gibi’ olabilmeye başladılar. Aşkın iyileştirici gücünü yaşamaları içindi sanki başlarından geçen her şey..