Bir es verip okudum da yazdıklarımı, biraz şey olmuş. Şey. Belirsiz. Karışık. Kararsız. Bölüm gibi olmuş işte. Bir öyle, bir böyle. Çünkü ben karıştım. Kime hak versem öteki taraf boynunu büküyor, dudaklarını sarkıtıyor. Bütün bunlardan şu kişi sorumlu deyip, yakasına yapışamadığımdan o karakterin, azaltamadım yaramın kanını belki de. Bu hafta böyle olsun, haftaya düzeleceğim, söz.
Değinmek istediğim bir nokta daha var. Oyuncular, oyunculuklar. Emre Kınay için söyleyeceğim her şeyi geçen hafta söylemiştim, aynen kopyala yapıştır. Tolga Sarıtaş için artık söyleyecek kelime bulamıyorum. Ali Tolga olmuş, Tolga Ali gibi. Sanki şey gibi, Tolga Sarıtaş bu dünyaya Ali’ye hayat vermek için gelmiş gibi. Ben ilk defa, bir oyuncunun gözlerinden anlıyorum karakteri. İlk defa bir karakterin gözlerinin konuştuğunu görüyorum bir dizide. Eminim herkes bu kanıda. Bu kadar içselleştirmek doğru değil biliyorum. Ama bir yanda da şöyle bir nokta var ki, sanıyorum, yanlış hatırlamıyorsam, haftaya dört bölümlük bir mini dizi (Büyük Sürgün Kafkasya, TRT 1) başlayacak. Tolga Sarıtaş da var. İlk fragmanda, ‘’Nasıl olacak ya! Ben şu an Ali’yi görüyorum, Ali’ye bakıyorum gibi hissediyorum,” demiştim. Ama sonraki fragmanda bendeki bu algı silinip gitti, tarihin tozlu sayfalarına karıştı. Birkaç bölüm önceki Özetliyorum’u yazarken de, “Ne kadar unutturabilirsen rol yaptığını, o kadar başarılısındır, diye düşünmüşümdür.” demiştim. Üstüne ekliyorum: Ve ne kadar hatırlatabilirsen aslında Tolga olduğunu, ya da A olduğunu, B olduğunu o kadar başarılısındır. Bunu başarmak her yiğidin harcı değil. Hatırlayamıyorum şu an kim olduğunu ama biri demişti, Muhteşem Yüzyıl zamanında: Bak bu Cihangir’i oynayan çocuk, çok iyi, her hali göz dolduruyor, ben bu çocuğun olduğu her yapıma bir durup bakarım ilerde, diye. Her kimse şu an adını çıkaramadığım cancağızım doğru demiş, güzel demiş. Alkışlar bu sefer, Tolga Sarıtaş’a, ayakta, gururla, sevgi ve saygıyla. Söyleyeceklerim bu kadar.
Güzel günler.