Üniversite sonrası sendromu. Her genç gibi işsizliğimin tavan yaptığı an ve her genç gibi memlekete döndüğüm zaman. Hayallerin bittiği, idealizmin yıkıldığı nokta. Evde duvarlarla konuşuyordum niye üstüme üstüme geliyorsunuz diye. Kapağını açmaktan imtina ettiğim alabildiğine gri KPSS kitaplarıyla bakışıyorduk. Ailesel sağlık sıkıntıları da eklenince sığınabileceğim iki tane liman kalmıştı geriye: Amaçsızlık ve basketbol.
Yine o amaçsız günlerden birinde göğün beni cezalandırırcasına huniye dönüştüğü bir akşam, her yerimi ıslatan cezalandırıcı bir yağmur; birkaç arkadaşım ve İzmir’le baş başaydım. Pazartesi’nin daha Pazartesi olmadığı bir Pazartesi. Hayattaki boşluğumun bir yansıması olan İzmir sokaklarında her köşe artık tanıdık değil, her yüz birer yabancıydı adeta. İşte tam o anda baktı yüzüme kadim dostlarımdan biri, “N’apıyorsun,” dedi. Otomatik cevap: “Koşturuyoruz, sen n’apıyorsun,” “Hayır,” dedi “N’apıyorsun?” Başımı eğdim, verecek yanıtım yoktu, oturduğumuz yerin sarılığı bal peteği rengine dönüşürken Ringo Starr tepemdeki hoparlörden bir şeyler söylüyordu.