Merhaba. Saat üç ve bu yazıyı bitirdikten sonra sabahın yedisinde yolları arşınlayacak olmanın ağırlığı şimdiden üzerimde. Hayat, Hannah’nın yaşadığı bocalamaları biz yaşadığımızda kimsenin dikkatini çekmeyecek kadar hızlı ve acımasız. Fakat, beni bu saatte bilgisayarın başına oturtan şey ne diye sorarsanız, Hannah’nın bölüm boyunca yaşadığı hayalkırıklığının ve dünyanın maddi gerçekleriyle bir türlü bağdaşamayan yazar olma çabasının çok uzak olmayan bir yerden bana dokunması derim.
Zaman zaman Franz Kafka’nın da bir İtalyan sigorta şirketinde sabah sekiz akşam altı çalıştığını ve orada yazarlığa odaklanamadığı için düpedüz mutsuz olduğunu okurum. Onun sigorta işinden sonra çalışma saatleri daha az yoğun olan bir işe geçtiğinde bile masa başına ancak akşam onda geçen iflah olmaz bir ‘‘procrastinator’’ (öteleyici) olduğunu bilmek rahatlatır beni. Kafka olacağımdan değil elbet, böyle bir ihtimalin de var olduğunu bilmemden kaynaklanan bir umut diyelim. Fakat ne biz 1907’de yaşıyoruz ne de Hannah’nın Kafka olma gibi bir arzusu var. Hannah’nın her sıradan insan gibi sabah kalkıp işe gittiği, akşam yorgun argın eve döndüğü profesyonel dünyasına hoşgeldiniz.
İŞ HAYATI: KİMYASALLAR, YAPAY TUZLAR VE BİZİM ÇOCUKLAR
Hannah, GQ’da bulduğu iş nedeniyle Ray’in yanında çalışmaktan vazgeçmiştir. Normal şartlarda göbek ata ata bu haberi bütün Brooklyn’e duyurması gereken Hannah, pek usturuplu bir şekilde işten ayrılış nedenini Ray’e söyledi. Ray’e yalan söylenmemesi gerektiğini önceki bölümler içinde belirtmiştik. Nitekim, iki dakikada Hannah’nın GQ’da bir köşe ya da makale değil, haber görünümlü reklam metinleri (advertorial) yazacağını anlar.
Otobiyografisinin haklarını üç yıllığına elinde bulunduran yayınevinden tutun, kafasının suyun üstünde kalmasını sağlayan kitap editörünün zamansız ölümüne kadar yazarlık kariyerinde umutsuz bir noktada olan Hannah için bu iş olanağı olsa olsa ehven-i şerdir. Hayatını idame ettirmesi için kazanması gereken parayı Ray’den değil, on dakikalık toplantıda tonlarca değişik fikri, su içer gibi doğal bir dürtüyle ardı ardına sıraladığı GQ’dan almak yeğdir elbet. Böylece kiralarını zorlanmadan ödeyebileceklerdir, hem de yeteneğiyle doğrudan ilintili, kolayca ve eğlenerek yapacağı bir işe sahip olarak.
İlk yazı konusu olan Kentli Erkeğin El Kitabı, Hannah’nın tuvaletteyken, Youtube videolarının içine boğulmuşken, televizyon önünde uyurken bile saniyesinde fikirler üretebileceği bir iştir. Öte yandan her işin ilk günü gibi bu dergi de bilinmezlerle doludur. Mesela her şeyin bedava olduğu bir abur cubur köşesi vardır (Hannah’ya bunlarla gelin). Yazmaya ara verdiğinizde bir şeyler atıştırmak için yaratılmış bir oda, ağzına kadar dolu bir buzdolabı ve üstündeki yiyeceklerden gözünüzü alamadığınız bir masa. Hannah’nın verdiği ilk tepkiden böyle bir lüksün onun için ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz.
Hannah için her şey mükemmel değil mi? Böyle “cool” bir yerde çalışıyordur. Eve döndüğünde Adam onu bekliyordur. Hem “gerçekten yazardır” o, “bayağı bayağı yazardır”, “tam manasıyla yazardır”. Bu işten para kazanır, ama boş zamanlarında karaladıklarını “yazmasaydım çıldıracaktım” noktasına geldiği için yazar. Bir anlam aramak, onu bulmak için. Çabukça okunup unutulacak bir advertorial’dan bahsetmiyoruz burada, ruhunun bütün çıplaklığını gösterecek bir kazıdan, onu başlatan cesaretten ve içgörüden bahsediyoruz.