Hayat Şarkısı'nda dün akşam itibariye 12 bölümü geride bıraktık. Bir dizinin ilk 10 bölümünde, rotayı az çok tahmin etmek mümkündür. Ama ben Hayat Şarkısı'na şöyle bakıyorum; bu gemi nereye giderse gitsin kabulümdür, mesele varacağım yer değil, bu geminin içinde olmak. Hayat Şarkısı fazla ses getiren bir yapım oldu kısa zamanda, sezon ortasında giriş yapmasına rağmen, yerini çok güzel buldu ve fazlaca da beğeni kazandı. Elbette ki bunun birden çok sebebi var. Eğer ben, yapılan bir işi ayakta alkışlıyorsam, benimle beraber, herkes ayakta alkışlasın diye kendi sebeplerimi ilan etmekten de gurur duyarım.
Hani bazı şeyler yalnızca dizilerde olur diye bir çeşit klişe söylem vardır. Bazı insanlar, dizilerde, gerçek hayatı görmek ister. Gerçekte salt iyi ya da salt kötü insan yoktur, hatalarımız vardır, peşimizi kolay bırakmayan da bir geçmişimiz vardır. Ben Hayat Şarkısı'nı çok fazla gerçek hayatla bağdaştırıyorum. Çünkü bu hayatta her insanın "gri" rengi sembolize ettiğine ve bu griliğin tonlarına göre de ayrıldığımıza inanırım. Yani demem o ki, mesela Hülya kimi yerden bakıldığında iyi, kimi yerden bakıldığında da kötü insan olarak gözükebilir. Ama aynı hayatta da olduğu gibi Hayat Şarkısı'nda da durum şudur; Hülya da ben kadar, siz kadar, herkes kadar gridir. Ben Hülya'yı iyiliğe daha yakın bulduğum için onu açık gri görürüm, Zeynep'i de kötülüğe daha yakın bulduğum için koyu gri görürüm mesela.
Hayatta kopamadığımız bir geçmişimiz var demiştim. Bugün neysek, dün olduğumuz kişi yüzünden. Büyürsünüz, hayatın içinde kaybolursunuz ve hiç beklemediğiniz bir anda çocukluğunuzdaki bir an gelir aklınıza. Bazen gülümseyerek hatırlarsınız, bazen de iç çekerek. O kişi olmasaydınız, şimdiniz çok farklı olacaktı ve an kıymetlidir, o kişiyi ne olursa olsun sevmeniz gerekir. Hülya, Kerim, Hüseyin ve Melek'in küçüklüklerini bizlerin sevdiği gibi. En sevdiğim şeylerden biridir, kurgunun içindeyken geçmişin görsel anlatımı. Hayat Şarkısı'nının ilk göze çarpan etkisi budur bence.
İç sesler.. Kendisiyle ya da içinden, karşısındakiyle konuşmayanınız var mı hiç? Bazı dizilerin ve filmlerin bazı özel sahnelerinde, özellikle bakışma anlarında, "Acaba tam olarak ne düşündü?" diye 'içimden konuşurken' bulmuşluğum vardır kendimi. Bir şey izlerken, tek karakteri sahiplenmektense, hepsiyle tek tek empati yapmayı severim. O yüzden hepsinin içini dışını bilmek isterim. Hayat Şarkısı'nda etkilendiğim bir başka mükemmel akıl edilmiş bir durumdur bu. Kim ne hissediyor, öyle iyi içimize alabiliyoruz ki bunu, adım adım her duyguyu hissederek ilerliyoruz. İnsan, sindire sindire yaşadığı, her şeyi seviyor bence, sahipleniyor ya da alışkanlık kazanıyor diyelim. Aynı zamanda da, hayat da böyle olduğu için, bir gerçeklik yakalayabiliyor.
Hayat Şarkısı izleyen herkesin en akılda kalıcı sahnelerinden biri olmaya adaydı, Hülya ve Kerim'in ilk öpüşmesi.. Hiç şüphesiz kalp çarpması sesi, bambaşka bir atmosfer katmıştı o sahneye. Hani aynı heyecanı, sanki biz yaşıyormuşuz gibi.
Tüm bu hoşuma giden şeylerin içinde, Hayat Şarkısı'nın en sevdiğim tarafı kesinlikle şu, izlerken dinleniyorum. İlk bölümünden beri, yer yer dram, yer yer gerilim ve genel bir entrikanın içindeyiz. Ama asla gerilmiyoruz, dramdan içimiz şişmiyor ya da entrika ağları bizi sıkmıyor. Sanki, ses tonu mükemmel biri bana bir masal anlatıyor ve ben sonunu heyecanla bekliyorum gibi.
Yalnızca Hülya&Kerim arasındaki aşkı sevmiyorum mesela, bana tutkuyu veren, geçmişten bugüne Kerim'in aşkla nasıl değiştiğinin, Hülya'nın aşkı için daha fazla neler yapabileceğinin de merakı. Hatta Hülya'nin Kerim'e olan tek taraflı sandığı ve zamanla karşılık bulduğu aşkı apayrı seviyorum.
Mesela, Küçük Melek, evlat Melek, abla Melek, anne Melek, teyze Melek, arkadaş Melek, aşık Melek, yuva yıktığı iddaa edilen Melek gibi çeşit çeşit açılardan, tek bir karakteri her yanından görmek, bambaşka bir bakış açısı kazandırıyor izlerken. Hani eksik kalan bir yanı yok hikayenin. Bir insan kendi hayatında ne kadar detaya hakimse, biz de buna hakimiz ve bu da başka bir tat veriyor bizlere.
En güzel eğlencemiz, Bayram Bey'imiz! Ahmet Mümtaz Taylan, Bayram'a hayat vermeseymiş çok eksik kalırmışız. Bayram Bey'in Hayat Şarkısı'na kattığı hayat dersleri, inanılmaz bir şekilde insanı bağlıyor, güldürürken düşündürüyor. Cevher Malikanesi'nin de dizinin de temel yapı taşı gibi hissettiriyor, çok seviyoruz!
Çok güzel oyunculuklar izlediğimiz aşikar ve yalnızca başrol oyuncuları değil elbette kendini izletmelere doyamayanlar. Mahir, Bade ve özellikle küçük Hülya karakterleri, dizinin olmazsa olmazları arasında benim için. Bir dizinin omurgası senaristtir diyenler olur, karaktere hayat veren oyunculardır diyen olur, yönetmendir diyen de olur. Bu daha çok nasıl izlediğinizle alakalıdır, hangi detayları önemsediğinizle. Ama ben Hayat Şarkısı için şunu söyleyebilirim; her bir emek harcayanla kocaman bir ekip işi izlediğimiz çok belli. Yani bence, ekip olabilmeleri bu dizinin omurgası olmuş durumda. Şarkılarından tutun da stylingine ve kullanılan mekanlara kadar her bir detay, çok güzel. Samimiyet, emek, özen, heyecan, izleyiciye duyulan saygı ve bunların sonucunda oluşan kusursuzluk fazlasıyla geçiyor bizlere. Hayat Şarkısı, salı akşamları "Bir dizi böyle olur" diye show yapıyor.
Most Production ve Gül Oğuz imzalı çoğu diziyi sevdim bugüne kadar. Cem Karcı'nın kendi adıma, yönetmenliğini yaptığı her işin müptelası olabileceğiniz bir tarafı var. Mahinur Ergun'un kalemineyse aşık olmamak elde değil. Hikaye içinde aile, arkadaşlık ve aşk ilişkileri şahane repliklerle bizi içine alıyor. Bazen güldürüyor, bazen ağlatıyor. Ama her koşulda çok güzel.. Kamera önünden, arkasına kadar emeği geçen herkesin eline sağlık, sizlerle her salı bir Hayat Şarkısı söylemek gerçekten çok güzel, yolunuz hep açık olsun.