Geçtiğimiz hafta Hakan Gence Hürriyet gazetesinin Pazar eki için Kiralık Aşk (KA) dizisinin başrol oyuncuları Barış Arduç ve Elçin Sangu ile iki tam sayfaya yayılan bir söyleşi gerçekleştirdi. İki oyuncunun kendileri ve özel hayatları ile ilgili sorulara verdikleri yanıtlar sosyal medyada bir kısım KA fanı arasında artçıları halen görülen hatırı sayılır bir kıyamet kopmasına neden oldu. Söyleşinin en sonunda Arduç iki yıldır birlikte olduğu sevgilisi Gupse Özay ile dizidekinden çok daha güzel bir aşk yaşadığı bombasını orta yere bırakmış, ardından Sangu da Yunus Özdiken ile yaşadığı beş yıllık ilişkiyi kast edip “Ben de” diyerek bombanın pimini çekmişti. Bu kan gölünün ortasındaki bir grup kırgın, kızgın, öfkeli fandoma göre, iki oyuncu bu açıklamaları ile KA’da anlatılan über özel Deföm (Defne-Ömer) aşkını bir kalemde gömmüşler, dolayısıyla da hikayenin ve Deföm’ün yaratıcısı senarist Meriç Acemi’ye ve onları büyük bir adanmışlıkla izleyen fanlara büyük saygısızlık etmişlerdi. Oysa bu sadık ve cefakar fanlar başladığı günden beri dizilerine inanılmaz sahip çıkmışlar, bütün olumsuzluklara göğüs germişler, oylamalarda kanlarının son damlasına kadar KA ailesi kazansın diye çabalamışlardı. Bazılarına göre ise tüm söyleşi Özay ya da Özdiken’in fikri ve zikriydi. Bu röportajı ONLAR planlamışlar, Arduç ve Sangu da isteksizce bu oyunun bir parçası olup elleri mahkum soruları bu şekilde yanıtlamak zorunda kalmışlar, aslında daha güzel bir aşk derken de birbirlerini kast etmişlerdi. Zaman ilerledikçe bu sitemler ve şüpheler hakarete, hakaretler beddualara, beddualar klasik fan tehditlerine dönüştü.
Bu hayret verici tepkilerin başlangıcı KA fanlarının birbirine çok yakıştırdığı bu iki oyuncunun, gerçek hayatta da dizide canlandırdıkları karakterler gibi bir aşk yaşamaları dileğine dayanıyor. Aradan geçen zaman içinde bazı fanlar için bu sadece masum bir dilek olarak kalırken, diğer bazıları ise bu masumca isteğin sınırlarını ziyadesiyle aştılar. İki oyuncunun arasında yasak bir aşk yaşandığına ya da eninde sonunda yaşanacağına hastalık derecesinde inanmaları, herkesi de buna inandırmaya çalışmaları ve paranoyakça senaryolar üretmeleri bir yana, hem oyuncuların hem de çevrelerinin yaptığı tüm paylaşımları didik didik incelemek, hoşa gitmeyen paylaşımların sahiplerine ve oyuncuların sevgililerine hakaretler yağdırmak da tam zamanlı işleri arasında. Bir zamanlar “hadi o yaşadığınızı iddia ettiğiniz ilişkilerinize açık açık sahip çıkın da inanalım” diyerek meydan okudukları oyuncuların ilişkilerine bu kadar netlikle sahip çıkması da bir şeyleri değiştirmedi. Çünkü, kendi çizdiği, inandığı senaryoyu ispatlamak için bir bakıştan, bir sözden, bir davranıştan kendi istediği türde anlamlar çıkaran, bir fotoğrafı detektif titizliği ile inceleyen bu insanlar sadece kendi beyin hücrelerinin uydurduğu hikayeleri duymaya endekslenmişler. İçlerinde biriyle es kaza neden-sonuç ilişkisine dayalı, mantıklı ve seviyeli bir tartışmaya girmek isterseniz varacağınız tek yer kalın bir duvar.
Barış Arduç ve Elçin Sangu özelinden çıkıp daha genel bir yerden baktığımızda, halka mal olmuş ünlü isimlerin her sıradan insan evladı gibi sevdikleriyle yemeğe-içmeye-dansa gitmeleri, tatile çıkmaları, sosyal medyaya kalplerini emanet ettikleri insanlar ile çektikleri fotoğraflarını koymaları, yani hayatlarını ve özellerini dolu dizgin yaşamak istemeleri gayet normal ve sıradan bir gerçek. Ama maalesef her alanda popülarite ile gelen şöhretin bedellerinden biri de hayran olduğu ünlünün öptüğü dudağa, tuttuğu ele, kaybolduğu göze, sığındığı bedene ve hatta yediğine-içtiğin-sustuğuna-konuştuğuna kadar karışma hakkını kendinde gören fanlarla muhatap olmak zorunda kalmak.
Saldırganlıkta ve çemkirmekte sınır tanımayan bu kitleleri cahil ya da eğitimsiz olarak tanımlamak da mümkün değil. Çünkü yaşları 7 ile 70 arasında değişen bu toplulukta çocuk ve ergenlerden tutun da ev kadını, öğretmen, hukukçu, doktora, muhafazakardan liberale kadar her gruptan, yaştan, eğitimden ve sosyal statüden insan var. Bunların bir kısmı her an her yerde bitiveren paparazzilerin masa başında ürettikleri yalanların üzerine pornografik bir açlıkla atlıyorlar. Kapı deliğinden bekar evlerini izleyen namus bekçisi amca ve teyzeler gibi 7/24 çevrimiçi bir halde geleni gideni paylaşılanı dikizliyorlar. Kendilerini sektörü gasp edebilecek kadar güçlü ve yenilmez görüyorlar. Böyle bir hayal aleminde yaşamalarında reyting canavarının çöplüğe çevirdiği sektörde para kazanma uğruna niceliği niteliğe yeğ tutan bazı yapımcıların ve kanalların ilkesiz ve gelişigüzel bir şekilde uyguladıkları absürt “özel hayat” kuralının ve dümeni seyircinin tepkilerine göre sağa sola kıran ve popülist davranan senaristlerin de payı var. Bu fanlar yüz buldukları ya da görünür olabilecekleri bir fırsat yakaladıkları anda zehirlerini akıtmaya başlıyorlar. Geçen sezon KA dizisinde Koray karakterinin yüz benlerini eleştiren repliği fanların bir kısmını coşturarak seviyesizliği dibe vurdurtmuştu.
Sanal alemde birer klavye canavarı kesilen bu karakterler röntgenledikleri hayatların ancak sosyal medya aracılığı ile ulaşabildikleri kahramanları hakkında hiçbir bilgi sahibi değiller. Baktıkları resmin, okudukları metnin, ziyaret ettikleri profilin ne ifade ettiği, neye hizmet ettiği de onların ilgi alanında değil. Sanal alemde haklarında pervasızca atıp tuttukları, paylaşımları altına hakaretler yağdırdıkları, sadece kendilerinin çalıp söylediği tek taraflı ve senli benli diyaloğa girdikleri insanlarla gerçek hayatta karşılaşsalar başlarını kaldırıp yüzlerine bakabilecekler mi acaba? Derinlemesine dönüp baktığımızda magazinsel bulup önemsemediğimiz, söylemleri ile terbiyesiz, tavırları ile hadsiz ama en önemlisi ikili ilişkilerin, dostlukların, aşkın can damarı olan sevgi ve sadakati hiçe sayıp aldatma ve yalanı meşrulaştıracak kadar edep yoksunu bu topluluk bize “kötülüğün nasıl sıradanlaştığını” da gösteriyor.
Lunatico