DÜNYA FESTİVALLERİNDEN
Uluslararası film festivallerinde öne çıkan, dünyanın dört bir yanından çoğu ödüllü filmlerden oluşan bu bölüm, en son sinema akımlarını yansıtıyor, dünya sinemasının en yeni yapıtlarını bir araya getiriyor.
Irmak / Ozen / The River - Emir Baigazin
Aslan, Kazakistan’da bir ovanın ortasında, gözlerden uzak bir çiftlikte yaşayan beş erkek kardeşin en büyüğüdür. Her türlü lüks ve konfordan uzak yaşamlarını sürdürürken şehirli kuzenleri Kanat elinde kablosuz bir tabletle çıkagelir ve kardeşler için hiç aşina olmadıkları modern dünyaya açılan bir pencere aralar. Otoritesi sarsılan Aslan, kendini bir güç savaşında bulur. Aslan üçlemesinin Uyum Dersleri ve Yaralı Melek’i izleyen son filmi Irmak’ta Kazak yönetmen Emir Baigazin, hayranlık uyandıran manzaralarla bezeli, Sineklerin Tanrısı’ndan esintiler taşıyan trajik ve dokunaklı bir büyüme ve modernlik hikâyesine imza atıyor.
Yuli - Icíar Bollaín
Kübalı ünlü dansçı Carlos Acosta’nın hayatını aktaran Yuli, bir yanıyla da hiç istekli olmayan bir çocuğun dansçı oluş hikâyesini anlatıyor. Sokaklarda zaman geçirmeye alışkın, hür ruhlu Yuli’deki yeteneği sezen babası, çocuğu zorla Küba Ulusal Dans Okuluna yazdırıyor. Zaman geçtikçe Yuli de kendi içindeki sese kulak veriyor. Afrika tanrısı Ogun’un oğlunun adını taşıyan Yuli, tabuları yıkarak Londra Kraliyet Balesi gibi saygın kurumlarda sahneye çıkan ilk siyah balet oluyor. İspanyol yönetmen Icíar Bollaín’in Ken Loach’un efsane senaristi Paul Laverty tarafından yazılan senaryodan uyarladığı ve Carlos Acosta’nın kendini canlandırdığı Yuli sanat, kökenler, fedakârlık, cesaret, aile ve azim hakkında hareketli, renkli ve güçlü bir film.
1968 – Tassos Boulmetis
Yunanistan’da “mübadele takımı” olarak bilinen iki büyük kulüpten biri olan AEK, mübadele sonrası Atina’ya göç eden İstanbullu Rumlar tarafından 1924’te kuruldu. Sarı-siyah renkleri benimseyen AEK’nın basketbol takımı 4 Nisan 1968’de, yüz bin kişinin izlediği bir maçta Slavia Praha’yı yenerek Avrupa şampiyonu oldu. Politiki Kouzina / Bir Tutam Baharat ve 2017’de festivalin açılış filmi olarak gösterilen Notias / Lodos’un yönetmeni Tassos Boulmetis, 1968’te bu efsanevi maça uzanan süreci kulübün kuruluş günlerinden başlayarak kurmaca bir hikâyeye yerleştiriyor ve dokunaklı bir nostaljiyle yeniden canlandırıyor.
İmkânsız Aşk / Un Amour Impossible / An Impossible Love - Catherine Corsini
Catherine Corsini’nin on yıllara yayılan romantik görünümlü, muhteşem manzaraları fon alan aile dramı İmkânsız Aşk, göründüğünün de ötesinde, aile içi duygusal zulüm ve tacizi ele alan etkileyici bir film. 1950’lerin sonunda, çabucak alevlenen tensel bir aşkın ardından zengin genç Philippe ile memur Rachel’ın bir kızları olur. Film, işte bu üç kişiyi, klasik bir anlatıya karşın değişen bakış açılarıyla, imkânsız sevgilerle ve acı sırlarla dolu 50 yıl boyunca izler. Christine Angot’nun romanından uyarlanan ve bir anne ile kızı arasındaki koşulsuz ilişkiye odaklanan İmkânsız Aşk’ı yönetmen Corsini, sinemaya aktarırken Todd Haynes, François Truffaut ve Jane Campion’ı dayanak almış. Rachel’i canlandıran Virginie Efira, festivalde gösterilen Continuer / Yola Devam filminde de rol alıyor.
Durgun Nehir / Akinito Potami / Still River - Angelos Frantzis
Anna ve Petros, Yunanistan’dan Sibirya’daki bir sanayi kasabasına yeni taşınmıştır. Anna’nın hamile olduğunu öğrenince büyük bir şok geçirirler çünkü bir süredir cinsel ilişkiye girmemişlerdir. Bu haber Petros’un zihninde bir yığın şüpheye yol açarken Anna başına gelenin bir mucize olduğuna inanarak dine sarılır. Aralarındaki sarsılmaz bağ, mantık ve maneviyat tartışmalarının ağırlığı altında çatırdamaya başlar. Yönetmen Angelos Frantzis’in filmi Durgun Nehir, bir çiftin ilişkilerinin aşk, güven ve inanç üçgeni içinde test edildiği, Sibirya’nın dondurucu tabiatının heybetli görüntüleri eşliğinde geçen gerilimli bir aile dramı.
Piranhalar/ La Paranza Dei Bambini / Piranhas - Claudio Giovannesi
Gomorra’nın ünlü yazarı Roberto Saviano’nun romanından uyarlanan Piranhalar, ergen zalimliğiyle suç dünyasının silahlarını ve ölüme karşı umursamazlığını beyazperdeye taşıyor. İlk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan filme adını veren piranhalar, mafya jargonunda “silahlı çete” anlamına geliyor. Bu filmin piranhaları ise Napoli’de ellerinde makineli tüfeklerle sokakları arşınlayan, mafyaya katılarak kazandıkları parayla marka kıyafetler satın alan 15 yaşındaki Nicola ve arkadaşları. Amatör genç oyuncuların rol aldığı film, bir yandan geleceğin mafyasının günümüzde nasıl yetiştiğini ve nasıl bir medya bombardımanına maruz kaldıklarını gözlemlerken bir yandan da ergen duygu durumunun suç dünyasından nasıl etkilendiğini inceliyor.
Amanda – Mikhaël Hers
Başrolünü festivale konuk gelen Stacy Martin’in Fransa’nın yükselen yıldızı Vicent Lacoste’la paylaştığı Amanda, ailede bir kaybın dengeleri nasıl değiştirdiğini son derece duygusal bir tonla ve Paris’i fon alarak anlatıyor. Filmin başkarakteri, hiçbir şeye bağlanmayı göze alamayan David, kız kardeşinin beklenmedik ölümüyle birlikte kendi acısını yüreğine gömerek yeğenine sahip çıkmak zorunda kalıyor. Screen dergisinin “Sempatik karakterleri ve duygusal finaliyle sakin, iyileştirici, son derece içten bir film” sözleriyle övdüğü Amanda, günümüz Fransız sinemasının genç yeteneklerinden Mikhaël Hers’in son filmi.
Bay Jones / Mr. Jones - Agnieszka Holland
2017’de Spoor / İz ile Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı kazanan Agnieszka Holland, bu kez tarihin derinliklerine dalıyor ve yine Berlin’de ilk gösterimini yapan Bay Jones’ta efsanevi Galli gazeteci Gareth Jones’un hayatına göz atıyor. 1933 yılında geçen film Jones’un Stalin döneminde Kharkiv’e giderek tüm engelleme çabalarına rağmen Sovyetler Birliği’ndeki gerçek durumu haberleştirme çabalarını anlatıyor. Jones’un George Orwell’le görüşmesinin de yazarın Hayvan Çiftliği romanının esin kaynağı olduğu söyleniyor.
Odamda / In My Room - Ulrich Köhler
Hem özel hem iş hayatında umutsuzca dibe vurduğunu hisseden ve geleceği düşünmekten korkan Armin, bir sabah uyandığında kendini dünyada kalan son insan olarak bulur. Zaman geçip bu başıbuyruk düzene tam alışmışken, günlerden bir gün, bu yeni dünyası da alt üst olur. Alman yönetmen Ulrich Köhler, ödüllü filmi Uyku Hastalığı’ndan sekiz yıl sonra çektiği bu ilk filmi Odamda’da erkeklik, bağlılık, aile ve varoluş kavramları üzerinden modern topluma dair yer yer şaşırtıcı ve komik ama son kertede insancıl bir eleştiride bulunuyor.
Yola Devam / Continuer / Keep Going – Joachim Lafosse
Eşinden boşanmış olan Sybille, ergen yaşlardaki oğlu Samuel’in üzerine titremektedir. Onun hayatta anlamsız veya şiddet dolu bir yön seçmeyeceğinden emin olmak ister. Son çare, oğlunu da alıp Kırgızistan’a gitmeye karar verir. Ana-oğul ve iki at, tehlikeli olduğu kadar tatminkâr, muhteşem olduğu kadar sert doğasıyla göz alıcı Kırgızistan steplerinde duygusal bir aile Western’indeymişçesine yollara düşer. Çocuklarım ve Kendine Has Delilik filmlerini daha önce festivalde izlediğimiz Joachim Lafosse, annelerle oğulları arasında, annelerin hayallerini gözardı eden bir gizem olduğu fikrinden yola çıkıyor: “Yola Devam, sinema aracılığıyla, bu gizemi sizlerle paylaşma yolum.” Ünlü yazar Laurent Mauvignier’nin aynı adlı romanında uyarlanan film, Fransa’da hem eleştirmenlerin hem izleyicilerin gözdesi oldu.
Eşanlamlılar / Synonymes / Synonyms - Nadav Lapid
İsrail’den Paris’e göç eden ve kimliğini tamamen reddeden bir adamı merkezine alan Eşanlamlılar’ın, yönetmeni Nadav Lapid’in hayatından izler taşıyor. Filmin başkarakteri Yoav, hiç hazzetmediği ülkesi İsrail’den, sonuna kadar benimsemeye karar verdiği Paris’e taşınır. Kökenlerini silmek, Fransız olmak, Père Lachaise mezarlığına gömülmek ister ama özü, bedenindedir, çifte kimliği onu hiç bırakmaz. Yönetmen Lapid, kazandığı Altın Ayı’yı filmin kurgusunda da çalışan, “en yakın sanatsal ortağım” dediği, hayatını yakın zamanda kaybeden annesi Ara Lapid’e ithaf etti. Nadav Lapid’i 2018’de Filmekimi’nde izlediğimiz Anaokulu Öğretmeni filminin özgün versiyonunun yönetmeni olarak tanıyoruz.
Peterloo – Mike Leigh
Mike Leigh’in Venedik’te Altın Aslan ödülü için yarışan yeni filmi tarihin karanlık sayfalarından birini aralıyor ve 1819 yılında Manchester’da gerçekleşen Peterloo Katliamı’na doğru giden süreci işliyor. Waterloo Muharebesi ile başlayan film, Napolyon Savaşları sonrasında açlık ve işsizlik hüküm sürerken oy verme hakkının sadece mülk sahipleri değil tüm vatandaşlara tanınması tartışmalarını izliyor. Leigh, filmin ilk yarısı boyunca bu tartışmaları diyaloga ağırlık vererek ele alıyor. Filmin final bölümündeyse, St. Peter’s Meydanı’ndaki protesto gösterilerinde halkın askerlerle nasıl karşı karşıya geldiğini çarpıcı bir gerçekçilikle perdeye taşıyor.
Başlangıçta / Genèse / Genesis - Philippe Lesage
2016’da festivalde gösterilen Şeytanlar filminin yönetmeni Phillippe Lesage, dünya prömiyerini Locarno Film Festivali’nde yapan yeni filminde karşılıksız ilk aşkların kalp kırıklığı, acı ve kafa karışıklığı dolu saplantılı dünyasını çizerken komik ve sevecen bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Yatılı bir erkek okulunda okuyan 16 yaşındaki Guillaume, sınıf arkadaşı Nicolas’ya karşı nasıl ifade edeceğini bilemediği duygular beslemektedir. Ablası Charlotte ise hayatının erkeği olduğunu düşündüğü Maxime’in “açık ilişki” teklifiyle sarsılır. İki kardeş, kurallarını bilmedikleri, belirsizliklerle dolu bir duygusal dünyada yollarını bulmaya çalışırlar. Kanadalı yönetmen Lesage, bu yıl festivalin Uluslararası Yarışma jürisinde yer alıyor.
İlahi Aşk / Divino Amor / Divine Love - Gabriel Mascaro
Neon Boğa ile tanıdığımız Brezilyalı genç yetenek Gabriel Mascaro, üçüncü filminde parlak renklerin ve pop müziğin baskın olduğu bambaşka bir distopya hikâyesi anlatıyor. 2027 yılında Evanjelik Kilise artık Brezilya’nın toplumsal ve siyasal yaşamının her alanında söz sahibidir, sevgi kavramı her şeyin üzerindedir. 40’lı yaşlarındaki dindar devlet memuru Joana, boşanmak üzere olan çiftleri gizlice kararlarından vazgeçirmeye çalışır. Peki, kendi evliliğinde sıkıntılar ortaya çıkınca inancını sorgulayacak mıdır? Uluslararası prömiyerini Ocak ayında Sundance Film Festivali’nde yapan İlahi Aşk inanç, cinsellik, aile, müzik ve devlet kavramları etrafında alışılmadık bir gelecek portresi çiziyor.
Alfa / Alpha, The Right To Kill – Brillante Ma Mendoza
Sert, tempolu sahneleri ve Filipinler’in başkenti Manila’nın dört bir köşesini gözlemleyen kentsel ayrıntılarıyla Alfa; Masahista, Kinatay ve Ma’Rosa gibi filmleriyle tanıdığımız, daha önce festivali de ziyaret eden Brillante Ma Mendosa’nın önceki filmlerinden çok farklı bir yerde duruyor. Filipinler’de özel timlerin uyuşturucu tacirlerine düzenlediği baskınlardan birinde polis memuru Espino, ihbarcı torbacı Elijah ile bir olur ve uyuşturucu baronu Abel’in parasını ve zulasını çalar. İkili, silahlı çatışmadan bir şekilde sıyrılıp kendi yollarına gitmeye çalışacaktır. Ancak tehlike, peşlerini hiç bırakmayacaktır.
Bir Melek / Un Ange / Angel – Koen Mortier
Kariyerinde zor günler geçiren ünlü bisikletçi Thierry sorunlarından uzaklaşmak ve kafasını dağıtmak için gittiği Senegal’in başkenti Dakar’da bir gece güzeller güzeli Fae ile tanışır. Birbirlerinden derhal etkilenen bu iki yaralı ruh, otel odasında geçirdikleri bir gece boyunca birbirlerine yürekten bağlanır. Ama kaderin onlar için farklı bir planı vardır. Ex Drummer’dan tanıdığımız Belçikalı yönetmen Koen Mortier’in genç yaşta ölen bisikletçi Frank Vandenbroucke’un hayatının son günlerinden esinlendiği Bir Melek’te görüntü yönetmeni Nicholas Karakatsanis Senegal’i talihsiz âşıkların ruh halini yansıtan renklere boyarken elektronika ikilisi Soulsavers’ın müzikleri trajedinin altını çiziyor.
Hangi Kadın / Celle Que Vous Croyez / Who You Think I Am - Safy Nebbou
Bu hem eğlenceli hem hüzünlü film; sosyal medya çılgınlığının ve sanal dünya algılarının gerçek hayatı nasıl etkilediğine gençler değil farklı bir yaş grubu üzerinden bakıyor. Filmin kahramanı 50 yaşındaki iki çocuklu akademisyen Claire, genç sevgilisini sosyal medya üzerinden gözetlemek amacıyla Facebook’ta sahte bir hesap açıyor; 23 yaşında, sarışın, genç ve güzel Claire oluveriyor. Sevgilisi kanmıyor ama en yakın arkadaşı tuzağa düşüyor. Fransız yönetmen ve oyuncu Safy Nebbou’nun ödüllü yazar Camille Laurens’in aynı adlı romanından uyarladığı Juliette Binoche’un harika performansıyla öne çıkan film, Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştirmişti.
Melek / El Ángel - Luis Ortega
Arjantin’in en ünlü suçlusu, 40 soyguna karışan, 11 kişiyi gözünü kırpmadan öldüren, 45 yıldır hapiste ceza çeken bir suç makinesi, ülkesinde “Ölüm Meleği” olarak adı çıkan, Carlitos. “İşe başlama” yaşı, 17. Melek henüz lisedeyken sınıf arkadaşı Ramon’la birlikte ilk soygununa girişen, kendini “Tanrı’nın casusu” diye tanımlayan bu melek yüzlü şeytanın ilginç hikâyesini anlatıyor. Melek tutku, haset, cinayet ve suç dolu bir arkadaşlığın kanla çizilmiş haritasını çıkartırken görselliğinden hiç ödün vermiyor. Yapımcılığını Pedro Almodóvar’ın üstlendiği, ilk gösterimini Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde yapan Melek, Arjantin’in Oscar adayı oldu.
Petra - Jaime Rosales
İspanya’nın Haneke’si olarak övülen, Jaime Rosales, festivalde de gösterilen Güzel Gençlik’ten dört yıl sonra, sert, tavizsiz, şaşırtıcı bir aile trajedisiyle sinemaya geri dönüyor. Filme adını veren Petra, annesinin ölümünden sonra, hiç tanımadığı babasını bulur. Çok ünlü, güçlü ve acımasız bir sanatçı olan babası Jaume ve onun ailesiyle tanışan Petra, saf kötülük, korkunç sırlar ve şiddetle git gide kaçınılmaz sona ilerleyen bir Yunan trajedisinin ortasına düşecektir. Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü Bölümü’nde prömiyerini yapan Petra, çizgisel ilerlemeyen senaryosuyla kader ve umut arasında zalim bir yapboz gibi ilerliyor.
Nehir Kıyısındaki Otel / Gangbyun Hotel / Hotel By The River - Hong Sang-soo
Koreli usta Hong Sang-soo bir kez daha, hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayacak bir insan hikâyesiyle karşımıza çıkıyor. Yakın zamanda öleceğine ikna olmuş yaşlı şair Younghwan, uzun zamandır görüşmediği iki oğlunu, kalmakta olduğu otele davet eder. Ölmeden önce oğullarıyla arasını düzeltme çabası, otele gelen iki genç kadının varlığıyla karmaşık bir hal alır. Prömiyerini Locarno Festivali’nin yarışma bölümünde yapan Nehir Kıyısındaki Otel’de siyah-beyaz sinemanın tüm avantajlarını kullanan Hong Sang-soo, aile, dostluk, ölüm, affetme ve zamanın geçişi gibi zihnini kurcalayan kavramları incelikle ele alıyor.
Evdeydim, Ama / Ich War Zuhause, Aber / I Was At Home, But - Angela Schanelec
Angela Schanelec’e Berlin’de En İyi Yönetmen ödülünü getiren son filmi Evdeydim, Ama, düz bir anlatı izlemeyen, beden, sanat ve varoluş hakkında bir deneme-film. Filmin başında, 13 yaşındaki Philippe, bir hafta kaybolduktan sonra eve dönüyor. Kayıpken hem okulu hem de ailesi öyle bir telaşa kapılmış ki dönüşünden sonra işlerin normale dönmesi biraz zaman alıyor. Tam her şey düzeldi derken bu kez de varoluşsal kaygılar su yüzüne çıkıyor ve annesi hayata ve sanata farklı bir gözle bakmaya başlıyor. Ailenin yapısı çöküyor ve yeni bir biçimde hayat buluyor. Zekice kotarılmış, kimi zaman komik ve felsefi bir zihin egzersizi olan Evdeydim, Ama, izleyiciye kendi yanıtlarını bulacakları görsellerden oluşan bir yapboz sunuyor.
Joel – Carlos Sorín
2005’te festivalin kapanış filmi olarak gösterilen Bombon Köpek ve Arjantin Hikâyeleri gibi filmleriyle Arjantin’in öteki yüzü Patagonya’yı konu alan yönetmen Carlos Sorín aynı topraklara bu kez bir aile dramı için uğruyor. Filme adını veren Joel, Tierra del Fuego’da ıssız bir kasabaya taşınan Cecilia ile Diego’nun evlat edindikleri, dokuz yaşında bir çocuktur. Zorlu günler geçirmiştir, ağzından sadece “evet” ve “hayır” kelimeleri çıkmaktadır. Joel’in sadece okulda konuşup sorun çıkarmasıyla Cecilia ve Diego için işler daha da zorlaşır. Carlos Sorín, fedakârlığın sınırlarını karla kaplı, güvensizliğin ve ikiyüzlülüğün kol gezdiği bir kasabada geçen bu dokunaklı dramda keşfediyor.
Aşk 1: Köpek / Dragoste 1. Câine / Love 1. Dog - Florin Şerban
Çamlarla kaplı bir dağdaki kulübede sadık köpeğiyle beraber yaşayan orta yaşlı Simion bir gün ormanda yaralı ve baygın bir genç kadın bulur. Onu evine getiren, bakan ve iyileştiren Simion giderek bu genç kadına âşık olur, ancak hoyrat doğası bir kadının karmaşık ruh dünyasını anlamasına engel olacaktır. 2010’da Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülünü kazanan Islık Çalmak İstersem Çalarım filminin yönetmeni Florin Şerban aşk teması üzerine kurulu bir üçlemenin ilk halkası olan yeni filmi Aşk 1: Köpek’te Romanya kırsalından muhteşem görüntüler eşliğinde korku filmlerinin tedirginliği ve masalların uçucu büyüsü arasında gidip gelen, bir erkekle kadın arasındaki irade savaşı üzerine son derece yalın bir romantik- psikolojik dram sunuyor.
Elveda Oğlum / Di Jiu Tian Chang / So Long, My Son - Wang Xiaoshuai
Pekin Bisikleti, Sürüklenenler, 11 Yaşındayım, Kızıl Amnezi filmlerini festivalde izlediğimiz Wang Xiaoshuai’ın “epik bir melodram” sözleriyle övülen son filmi, her iki başrolüne de Gümüş Ayı ödülünü getirdi. 30 yıllık bir süreci anlatan film, Çin’in tek çocuk politikasının yıkıcı etkilerini derinden yaşayan bir çifti izliyor. Ülkenin ekonomik büyümesinin ardından gelen toplumsal dönüşümünü de gözlemleyen film sevgi, arkadaşlık, çocuk sahibi olmak, keder, affetme gibi kavramlara da değiniyor.
Shadow / Ying - Zhang Yimou
Filmlerinde wuxia Uzakdoğu savaş sanatı türünün en parlak örneklerini veren Zhang Yimou, 3. yüzyılda geçen gözalıcı yeni filmiyle beyazperdeye dönüyor. Shadow’un hikâyesinin merkezinde, Üç Krallık döneminde, halkın taleplerine rağmen sürgüne yollanan bir kral yer alıyor. Kralın kurnaz başkumandanı, tahtı kurtarmanın tek yolunun bir “gölge kumandan” yetiştirmek olduğuna karar veriyor. Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Shadow, Çin geleneksel mürekkep sanatından esinleniyor ve yine her karesi tablo gibi kurgulanmış, kurduğu dünyadan atmosferine ve aksiyonuna her yönüyle nefes kesici bir tarihi kahramanlık hikâyesi anlatıyor.
On Dört / Fourteen – Dan Sallitt
Mara ve Jo’nun arkadaşlıkları çocukluk yıllarına dayanıyor. Aslında birbirine hiç benzemeyen, hayatta farklı yönlere gitmiş bu iki genç kadının en iyi arkadaş olduğuna ilk bakışta inanmak çok zor. İkili arasındaki ilişkinin dinamiklerini kavramak için onları yavaş yavaş tanımak gerekiyor. Senarist ve yönetmen Dan Sallitt de filminde uzun yıllara yayılan bir süreçte, belki ilk bakışta önemsiz görünebilecek gündelik olaylar aracılığıyla Mara ve Jo’nun ortak noktalarını ve farklarını bize aktarıyor. Epeydir özlediğimiz eski usul Amerikan Bağımsız Sineması’nın tadını taşıyan On Dört, iki kadının zaman içerisinde uzaklaşıp yakınlaştığı arkadaşlığını, dozunda bir duygusallıkla ele alıyor.