GÜZEL SIFATINA BU KADAR YAKIŞAN AZ ŞEY VAR TELEVİZYONDA
Bu hayata dair sevdiğim bazı şeyler var. Beşiktaş var, aşkın açıklanamaz tarafları olan. Lindsey Stirling var, müziğin büyüsüne kapılabildiğim. Liverpool var, “Asla yalnız yürümeyeceksin” dediğimiz, birlik olmanın gücü diyebildiğim. Nadiren oturabildiğim içki masaları var, dostluğun dibini görebildiğim. NBA var, çok uzaklarda da olsa bir hayalin peşinde koşabildiğim. Harry Potter var, sevgiyle her şeyi çözebileceğime beni inandırıp sonra olmayacağını gösteren. Tiyatro var, yepyeni bir dünya kurabildiğim. Bir de Poyraz Karayel var işte, bütün bunları bir dizi bölümü süresince içinde barındırabilen. Poyraz Karayel denen adam var, sevdiği her şeyin peşinden gidip hayal kırıklığına uğrayıp duran. Ayşegül var kendine yeni bir dünya kurmak için sürekli uğraşan. Sefer var, hayaller kurabilen adam. Zülfikar var onu asla yalnız bırakmayan. Bir de Taşkafa’yla ekranların gördüğü en samimi dostluk var. Müzik her zaman var. Beşiktaş zaten bütün hikayenin içinde. O kadar güzelsiniz ki abi o kadar yani.
Başlamadan önce konusunu okuyunca “Yine mi silahın, cinayetin meşrulaştırıldığı bir saçmalık” demiş, bir de uzun süre başlamayıp fragman üzerine fragman verince iyice sinir olmuştum. Şimdi bakıyorum da hem çok yanılmışım hem de iyi ki başlamamış erkenden. 2015’in ilk Çarşambası başladı Poyraz Karayel. İlerde 2015 dendiğinde belki de bu yüzden aklıma gelen ilk şeylerden biri olacak. Belki de bu gerekli değil onu hatırlamam için, tıpkı reyting listesinde sürekli birinci çıkmasının gerekmediği gibi. Çıkamadı da zaten. Bundan çok daha değerli bir şeyi becerdi Poyrazım Karayel. Güzel oldu. Güzel sıfatına bu kadar yakışan çok az şey gördüm ben televizyonda. Bunlardan biri olabildiği için setteki çaycısından aklına hayran olduğum yönetmeni Çağrı Vila Lostuvalı’ya kadar herkese benden koca bir teşekkür. Televizyonumu güzelleştirdiniz.
İllüstrasyon: Mert Güreli