Bazılarınız bana kızabilir ama söylemesem olmazdı. Doctor Who’nun 10. sezonu kötü geçti. Ama iyi yanları da vardı elbette. Capaldi’nin Doctor olarak oyunculuğunun zirvesine çıktığı anları bolca izledik. Bir de yoluna taş koyan yol arkadaşları olmasa kim bilir neler görecektik. Bu anlamda en iyisi bana göre hala David Tennant’ın Doctor’udur. Matt Smith de kendisine sunulan iyi senaryolara iyi cevap verdi. Ama Capaldi’nin yolu hep kesildi. Öyle bölümler izledik ki “Dedeye sahip çıkalım!” moduna soktular güzelim insanı.
Geçmiş sezonlarda, sezonun genelinden uzak olan bölümler öne çıkardı. Ama Capaldi döneminde bu o kadar az ki! Yok demiyoruz elbette. Özellikle Capaldi’nin performansıyla taçlanan şahane bölümler var ama yeterli değil. Ortalamanın çok altında maalesef.
10.sezon bize yeni bir yol arkadaşı kazandırdı. Adı da Bill! Açıkçası sezon başında kendisinden çok umutluydum. Ama bana göre beklentilerin altında kaldı. Yine de çok fazla seveni var. Gerçi ben de sevmiyor değilim ama son sıraya yazdım adını. Hele hele son sahnede Doctor’u yerde yığılmış bir şekilde bırakıp gitmesi çok dokundu…
Sezonun ilk iki bölümü hakkında daha önce yazmıştım. Hevesliydim fakat bölümler ilerleyip moralimi bozdukça hevesim kaçtı. Açıkçası bölümler genel olarak da tek tek haklarında yazılmayı hak etmiyorlar. Zaten rahiplerin olduğu bir üçleme ve son iki bölümün birleşik olması sezonun yarısını götürdü.
Neyse, Capaldi’ye veda edeceğiz. Gerçi hala içimde bir umut var ama zor görünüyor kalması. Moffat giderken onu da yanında götürecek. Sene sonundaki özel bölümde rejenerasyonunu tamamlayacak.
Koca sezonu Bill’in Doctor’u çözememesiyle geçirdik aslına bakarsanız. Doctor kapasitesinin altında kaldı. Kasa mevzusu çok basit şekilde çözüldü. Neredeyse hepimiz en başından beri içeride Missy olduğunu biliyorduk. Ama bunun yanında Missy’yi iyilerin tarafına çekme çabası açısından Doctor’u tebrik ediyorum. En asabi Doctorlarımızdan biri oldu Capaldi. Ama Missy’e karşı çok hassastı.
Son iki bölüm sezonun bana göre en iyileriydi. Olmaması da çılgınca olurdu herhalde. Master geri döndü ve nasıl Missy’ye dönüştüğünü de öğrenmiş olduk. Bu vesile ile John Simm’in Master’ına kalıcı bir veda ettik sanırım.
Şimdi ilk 10 bölüm için şunları söylemek istiyorum. Bill yetersiz bir yol arkadaşıydı. Lezbiyen olması sürekli tekrarlandı ve bunun dizinin hikayesine hiçbir katkısı olmadı. Ayrıca neden yol arkadaşı olarak Bill? Sadece dersine öylesine giren biri olduğu için mi? Bence yetersiz. Nardole muazzam bir yol arkadaşı oldu. River Song’u hatırlatması bile yeterliydi. Özellikle onun günlüğüyle çıkageldiği sahne süperdi! Bu tarz referanslar mutlu ediyor.
Sorunlara genel olarak “Sevginin gücü”, “Mücadele ruhu” gibi şeylerle çözümler bulundu. Daha Doctor Who evrenini yansıtan, bilimsel açıklamaları olan şeyler görmek isterdim açıkçası. Bunun yanı sıra rejenerasyon olayı çok abartıldı. Özellikle rahipli bölümlerde Bill’i kandırmak için yaptığı rejenerasyon Doctor’un da dediği gibi abartıydı. Biraz özel olması gerekir bence.
Bu arada bana göre sezonun en kötü bölümü Bill ve arkadaşlarının şato gibi bir eve çıktıklarında yaşadıkları saçmalıklardı. Bu kadar kötü olamazdı herhalde bir bölüm. Baştan sona zaman kaybıydı affedersiniz.
Şimdi son iki bölüme gelelim! Son iki bölüm hem Capaldi’nin gidişine zemin hazırladı hem de sezon içerisinde ufak ufak verilen bilgiler bütün haline geldi. Saçmalıklar bile anlam kazandı deyim yerindeyse.
Öncelikle Master’ı görmek harikaydı. Ama şunu söylemem gerek kapasitesinin çok altındaydı. Nerede David zamanındaki Master, nerede şimdiki Master. Biraz ortama yabancı gibiydi sanki. Ama top sakallı hali çok şukela bir gönderme olmuş.
Doctor, Missy’ye kendisi gibi davranmasını ve iyilik yapmasını şart koşmuş kasadan dışarı çıkabilmesi için. Yani Missy ile tekrar arkadaş olmak, onu kendi tarafına çekmek istiyor. Niye? Çünkü geriye ondan başka dostu yok. Missy/Master, Doctor için her zaman önemli biri olacak. Onunla savaşırken bile. Michelle Gomez yine rolünün hakkını verdi elbette.
Tardis’e gelen bir yardım çağrısını takip eden kahramanlarımız devasa bir uzay gemisine (koloni gemisi) varırlar. Ancak bu gemi yavaş yavaş kara deliğe doğru çekilmektedir. Aranızda Interstellar izleyen varsa daha iyi anlayacaktır bu kısmı. Nolan ağabey iyi açıklamıştı bence mevzuyu. Geminin alt tarafı kara deliğe kapılmışken üst tarafı olabildiğince uzaktır. Bu da ister istemez zaman farkı yaratıyor. Mesela en üst katta geçen iki saat en alt katta on yıl olarak hissediliyor.
Fakat gemide bir kişi dışında kimse yoktur. Demin iki saatin on yıla denk geldiğini açıklamıştım. Kara deliğe sürüklenen gemiyi kurtarmak için yola çıkan yirmi kişilik gemi mürettabatı iki gündür gelmemiştir. Aslında onlar için geçen zamanı tahmin edebilirsiniz. Bir koloni gemisi olarak tasarlanan bu yerde yirmi kişilik ekip kendi hayatlarını kurmuşlar. Onlar için yıllar geçmiş, torunları olmuştur.
Ancak alt katlarda insanların yaşam kaliteleri yükselmemiştir. Bunun için buldukları çözüm de Cyberman’e dönüşmektir. Burada işin içine Master giriyor elbette. John Simm, rus aksanıyla kimliğini gizleyerek iyi bir iş çıkarmış. İnsanları Cyberman’e dönüştürerek onlardan bir ordu yaratıyor. Bu durum ister istemez sekizinci sezondaki Missy’nin Cybermen ordusunu da açıklıyor diyebiliriz.
Fakat işin içine Doctor girince her şey değişiyor. Cybermanler duygularını yitirmiş, insanlardan oluşan robotlardır. Bill’in üst katta göğsünde kocaman bir delik açıldıktan sonra Cyberman’e dönüşmesi ve duygularını yitirmemesini bir kenara bırakırsak tek amaçları insanları daha uzun ömürlü hale getirmektir. Bakınız insanlar diyorum. Doctor, ufak bir değişiklikle Time Lordları da listeye ekliyor. Böylece Cybermanlerle savaşmak için Missy ve Master’ı yanına çekebileceğini düşünüyor.
Buradaki esas güzellik şu olmuş. John Simm’in Master’ı Doctor ile aynı safta durmaktan kaçınıyor. Missy ise aksine Master’ı ikna etmeye çalışıyor. Missy’nin Master’ı öldürmesi (ya da rejenerasyon geçirmesine neden olması) ve Master’ın Missy’yi (bildiğimiz kadarıyla) rejenerasyon geçiremeyecek seviyede bir şekilde yaralayıp ölüme terk etmesi ikisinin ne kadar çılgın olduğunu ve genel olarak bu karakterin özünü yansıttı.
Finale doğru gelirken Doctor, gemideki insanları kurtarmak için hayatını feda etmeye razıydı ve Cybermanlerle tek başına savaştı. Daha epik bir sahne beklerdim ama yine de yetersiz görmüyorum. Belki son bölüme saklıyordur Moffat enerjisini.
Doctor, yere yığıldığı zaman onun başında Cyberman’e dönüşmüş Bill’i görüyoruz. Açıkçası Bill’in Cyberman halinde kalmayacağı açıktı. Şimdiye kadar hiçbir zaman uzun soluklu yol arkadaşı ölüme terk edilmedi ya da böyle garip hallere düşmedi. Bill için de bu geçerliydi. Sezonun ilk bölümünde kendine insan vücudunda şekil veren akıllı yağ (Bill ile aralarındaki ilişkiyi de göz önünde bulundurmak gerek) Bill’i eski insan formuna yeniden soktu. Ayrıca Bill’i bir nevi ölümsüz yaptı da diyebiliriz.
Doctor’u kucaklayıp Tardis’in içerisinde ölüp ölmediğini bilmediği bir halde bırakıp, yeni sevgilisiyle uzaya zıplaması ise dandikliğin önde gideniydi. Ama geride bir damla gözyaşını Doctor’a bırakması, Doctor’un yeniden rejenerasyon moduna girmesi ve o sahneler inanılmazdı. Dördüncü Doctor’un ilk sözleriyle ayağa kalkan Capaldi’nin Doctor’u, 10. Ve 11. Doctorların veda sözlerini çok güzel söyledi. Bir de modern seride izlediğimiz bütün yol arkadaşlarının bir bir gözümüzün önünden geçmesi (Rory hariç niyeyse) hoş bir an yarattı.
Hatırlarsınız, David Tennant’ın Doctor’u da rejenerasyona direnmişti. Daha önce işlenmiş bir konuydu aslında ve aynısı olmasa da Capaldi’nin Doctor’u da buna direndi. Hem de iki kez üst üste. Bu direnç gerçekten umut vericiydi ve hoştu.
Elbette bunun ardından gelen final sahnesi birçok kişiyi heyecanlandırdı yıl sonu bölümü için. Keşke bazı şeyleri yapabilecek güçleri olsaydı ama eldeki imkanlar bu kadar. “Değişmeyeceğim!” nidaları atan 12. Doctor uzaklardan bir ses duydu. Bu ses ilk Doctor’un sesiydi. 25 Aralık’ta birinci ve 12. Doctorları birlikte izleyeceğiz. Birinci Doctor’a daha önce de izlediğimiz David Bradley hayat verecek. Açıkçası son iki bölümü ve özellikle final sahnesi bana göre sezonu kurtardı. Umarım Moffat ardında bir enkaz değil, yeni yazarlara yol açacak bir hikaye bırakır.
DORUK ÖNAL