Doctor Who kadar ana karakteri değişen başka bir dizi yoktur herhalde. Bu da ister istemez izleyicisi için daimi bir “elveda” anlamına geliyor. Hep hüzünlü oluyoruz o anlarda ancak birkaç saniye sonra yeni Doctor’umuza alışıyoruz. Üzüntümüzden döktüğümüz göz yaşları bir anda mutluluğa çeviriyor yönünü.
2017 özel bölümüyle Peter Capaldi’ye ve Steven Moffat’a veda ettik. Baştan söyleyeyim, bölüm olarak iyiydi ancak “Veda Bölümü” olarak iç açıcı değildi. Özellikle de Moffat’tan daha sürprizli şeyler beklediğim için tam anlamıyla istediğimi bulamadım bölümde.
En azından geçmiş vedaları aklıma getirdiğim zaman bunun böyle olduğunu düşünüyorum. 10. sezon finali bile daha bir “veda havası” içeriyordu. Duygusal yönü ağırdı ve daha etkiliydi. 2015 özel bölümü de iyiydi mesela. Farklıydı.
Henüz bölümü izlememiş olanlar için elbette uyarımızı bırakalım. Keyif kaçıran detaylar olabilir. Bölümün son anına kadar beni heyecanlandıran, hatta mutlu eden çok az şey vardı. Clara’nın sesini duymak, Doctor’la konuşması hayal de olsa güzeldi. Doctor’un ona dair silinen anıları Bill sayesinde geri gelmiş oldu.
Twice Upon a Time bize neler anlattı?
Birinci Doctor’la başladı bölüm. 709 bölüm öncesine gittik. Bu kısımlar da hoş olmuş gerçekten. 10. sezon finalinde Capaldi’nin gözünden gördüklerimizi önce Birinci Doctor’dan izledik. Sonra da Mark Gatiss’in The Captain’ından… Zaten bu süreç de bir saatlik bölümün çoğunu yedi bitirdi. Aynı şeyleri izledik durduk bir nevi. Bu açıdan eksi notumu veriyorum.
12. Doctor, ilk halini anında tanıdı elbette. Ancak birinciyi ikna etmek zor oldu onun için. Güney Kutbu’nda bir araya gelmelerinde bir sorun olduğu belliydi. Bir anda zaman dondu. Ardından The Captain ortaya çıkıverdi. Bölümün sonuna doğru kim olduğunu da öğrenmiş olduk! Modern zamanlarda bazı göndermelerle karşımıza çıksa da klasik hikayelerde önemli yere sahip Alistair Gordon Lethbridge-Stewart’ın babasıymış. Hatta öyle ki ailesini Doctor’a emanet etmeyi de unutmadı.
Bunlar sezon ortası bölümü için hoş şeyler ancak bir veda bölümünde olabildiğince alakasız duruyor. Bir de beklentimin çok altında kalan Bill var. Sezon öncesi onun neşesinden fazlasıyla umutluydum ama Clara’dan beter çıktı. Lezbiyen bir karakter olması ve yeni Doctor’un kadın olması arasında bağ kurmak için çok zorlama diyaloglar yazıldı. Aynı şeyler bu bölümde de vardı. En azından Clara’nın bir geçmişi vardı, Bill geldiği gibi Doctor’u ezmeye çalıştı çoğu zaman. Bir de Birinci Doctor’u bu kadar küçük düşürmelerine gerek yoktu. Hiç hoş olmadı! Oysa Time Lordlar birçok şeyi çoktan aşmamışlar mıydı? Biz böyle biliyorduk… Hele de zamanda yolculuk yapan bir karakterin, gelecekten bu kadar habersiz davranıyor olmasını sindiremiyorum. Moffat’ın giderayak saçmalıklarından maalesef!
Hatırlarsınız, Bill en son zamanda ve mekanda istediği gibi yolculuk edebilen, istediği forma girebilen bir canlıya dönüşmüştü. Aslında ölümden dönmüştü. 10. sezonun başlangıç hikayesinde yer alan bu yenilik sonunda tatlıya bağlandı. Açıkçası bunu da beğenmedim. Bu vesileyle Nardole karakterini de görmüş olduk. O da Bill gibi aynı forma bürünmüş. Aslında gerçekten onlar olmayan, onların anılarından oluşmuş cam bedenler.
The Captain’in zamanda oluşan bir hatadan dolayı ölmesi gereken bir andan kurtulup iki Doctor’un yanına gitmesi garipti. Hala kafamda oturmuş değil ancak oldubittiye geldi işte. Zira Bill’in de içinde bulunduğu ve kendine “Şahitler” diyen bu grubun amacı The Captain’ı ölmesi gereken ana geri götürmekti. Bunun için de Bill’i kullandılar.
Ancak bölümün asıl olayı –veda dışında- Doctor’larımızın rejenerasyona direnmeleriydi. Capaldi’nin bunu yaptığını biliyorduk zaten. Ancak gördük ki Birinci Doctor da yeni bedene geçiş konusunda aceleci değilmiş. Bu da ister istemez zamanda soruna neden oldu. Çünkü Birinci Doctor değişmezse hiçbir şey olmazdı. Ondan önceki 12 bedeni de göremezdik.
Elbette bu değişim bir şekilde gerçekleşti. Bill ve Nardole ile vedalaştı Doctor. Clara’ya güle güle dedi. Ve sıra kendisine geldi. Capaldi’ye yaşlı dediler, daha önce Doctor Who’da başka bir karakteri canlandırdı dediler. Yapamaz, edemez dediler. Ancak yaptı, hem de en iyilerinden birini yaptı. Neredeyse izlenmeyecek bölümleri sırf onun performansı hatırına izledik. Gallifrey’e ulaştı nihayet. Yepyeni bir döngünün ilki oldu o!
Veda sahnesinde Tardis’in tamamını dolandı neredeyse ağır aksak bir şekilde. Sıradaki Doctor’a mesaj bırakarak gitmeyi tercih etti. Kendini ölüme hazırlamıştı oysa ancak bunu yapmadı. Yeni bedenine şans vermeyi tercih etti. Elbette bu mesajı sadece sıradaki Doctor’a değildi, bize, yani seyircisineydi de… Kadın Doctor’a alışmak kim ne derse desin zor olacak. Missy bile başta, bana zor gelmişti. Elbette alışacağız, burada önemli nokta iyi hikayelerin yazılması. Dokunaklı bir vedaydı ancak diğerleri gibi ağlatmadı beni. Daha önce de söylediğim gibi 10. sezon finali daha iyiydi veda olarak ve o zaman göz yaşlarımı tutamamıştım.
13. Doctor’umuz için de birkaç şey söyleyeyim. Bence ilk andan itibaren hoş bir havası vardı. Zaten yepyeni yol arkadaşlarıyla ve hikayeyle ilerleyecek. Bir nevi Matt Smith dönemindeki gibi yeni bir başlangıç yapacak. Belki de Capaldi’nin en büyük handikapı buydu. Geçmişi ardında bırakamadı. Yeni bir yolculuğu olmadı tam anlamıyla ve bir önceki Doctor’dan kalanları tamamladı.
Jodie’yi gördükten sonra çalan Doomsday tema müziği herkesi mutlu etmiştir herhalde. Bir de David Tennant ile özdeşleşen “Brilliant!”ı duymamız. Bunlar hoş göndermelerdi. Elbette bir dakikalık bir kesitten oyunculuğuna diyecek lafımız yok ama hissiyatı iyiydi. Ancak Tardis kadın Doctor’u kusmak ister gibi değil miydi? Onu dışarı atmak için elinden geleni yaptı. Zaten alıştığımız üzere Tardis paramparça oldu. Tardis’ten düşen 13. Doctor, yeryüzüne doğru yol alırken, Tardis bir anda kayboldu.
Burada olabilecek iki şey var. Rejenerasyonun etkisinde olduğu için Doctor çok güçlü ve zarar göremez ya da Tardis bir şekilde onu kurtaracak. Bir ihtimal havuz gibi bir yere de düşebilir Doctor. Bunları uyduruyorum elbette. Ancak çok kritik bir yerde kesildi, haliyle merak ediyor insan.
Son olarak, güle güle Peter Capaldi, güle güle Moffat. Hatta Murray Gold’a da veda ettik diye biliyorum. Her şey yeniden başlayacak belki de. Ve Hoş geldin Jodie Whittaker!!! ☺
DORUK ÖNAL