Tiyatro oyunu yazımı konuşulurken şu gerçek her zaman söz konusu olur: Birbirini tanımayan, birbirine benzemeyen en az iki insanı ikisinin de hiç bilmediği bir ortama koy ve olacakları seyirciye izlet. Survivor da bundan pek farklı sayılmaz.
Geçtiğimiz yıllarda herhangi bir Survivor sezonunu seyretmedim. Bu sene, her nasıl olduysa, Tuğba Özay ve Yılmaz Morgül olduğu için birkaç bölüm seyredip neler olduğunu anlama isteği doğdu içimde. Sonrasındaysa seyretmeden edemez oldum. Yarışlarda Nagihan kaybederse nasıl çıldıracak, Nihal daha ne kadar kaybedecek, Semih hangimizin sinir ayarlarıyla oynayacak diye diye kendimden geçmiş bir halde Survivor takipçisi oldum.
Kendime geldiğim ilk anda da bu etkinin sebebini anlamaya karar verdim.
Bir yarışma programını, memlekette her ne olursa olsun, reytinglerde zirveden indirmeyen ve hatta kendi reyting rekorunu kırmasına kadar götüren sebep ne olabilirdi? Takipçileri tutkuyla bağlanmaya iten nedenler nelerdi? Bu kavgaların seyretmeye doyulmaz olmasının sebebi hikmeti neydi? Katil kimdi?
Survivor ve Survivor Panaroma’dan vakit bulabildiğim anlarda bu soruların yanıtlarını aradım.
Ve galiba buldum. Bulduğumu düşündüğüm için de geçtim bilgisayarın karşısına, bir gönül borcu olarak bu yazıyı yazmaya kadar götürdüm işi.
Şimdi, soruların hepsinin ortak cevaplarından biri aşırı sahicilik. Önüne geçilemez gerçeklik ve seyircinin kendini hemen yarışmacılardan biriyle özdeşleştirmesi. Diyelim her programda, içindeki olayların kurgu olmadığını düşündüklerimizde tabii, bu sahiciliğin varlığı hissediliyorsa Survivor’ı diğerlerinden ayıran ne? Şöyle ki, reklamlarda da denk düştüğümüz üzere, açken kimse kendisi olamıyor. Birincisi ve en önemlisi bu. Ne kadar çabalarsa çabalasın bütün kötücül duygular, kulis yapma istekleri, dedikodu potansiyeli, kavgaya girip herkese haddini bildirme hissiyatı katlanarak artıyor. Üstüne bir de rakip takımın da aynı duygularla dolup taştığını düşünürsek seyircinin, gerçek hayatta yapmış olduğu veya gerçekleştirme olasılığı olan her şeyi ortaya halı gibi seriveriyor.
Mesela dedikodu katiyen yapılmadığı iddia ediliyor, bu çok önemli, ne yapılırsa yapılsın reddediliyor. Üç beş dakika önce arkasından konuşulan kişinin yüzüne, bir anda gülünüp kuyular kazılabiliyor. İşte Benim Stilim’LİNKLİNKLİNKLİNKLİNKde de vardı böyle bir hissiyat, ama Survivor açık ara öne geçiyor. Çünkü her şey seyircinin bizzat gözünün önünde vuku buluyor. Kimse çorbacıda edilmiş sözlerden, kameraların çalışmadığı anlardaki kavgalardan söz etmiyor. Seyirci, kendi hayatına paralel giden bir gerçekle, her şeyin farkında oluyor. Kendisi yapmış gibi. Ya da geçip karşısına tanık olmuş gibi.
Bütün GERÇEKLER seyircinin gözünün içine baka baka gelişiyor. Ama AYNI GERÇEKLER, hiçbir kurgu barındırmayan bir akışla, yarışma içerisindeki diğer kişilere taklalar attırılmış haliyle ulaşıyor. Tıpkı hayatta Merve’nin arkasından Zeliha’ya söylediğimiz sözleri reddettiğimiz gibi, burada da her şey seyircinin önünde gerçekleşmiş olmasına ve seyircilerin tanıklığına rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranılıyor.
Oyunlar, birilerinin izlediği biline biline, yine de oynanıyor. Taşlar dökülüyor.
Survivor bir AÇIK HAVA TAVIR VE OYUN MÜZESİ bu anlamda. Camdan ülkenin içindekilerin yalanları söyleyiş ve aynı yalanları reddedişi gibi biraz da. Sim City’nin müdahalelerimizin konsey günlerinde oylamayla kısıtlandığı, ultra gerçek sergi alanı.
Semih’i seyretmelere dayanamasam da, bir benzetmesini kabul etmeden geçemeyeceğim. Se7en’dan yola çıkarak herkesi bir günaha benzetmesi bir açıdan doğru. Elbette bu günahları yakıştırması hoş değil, teşbihte bazen hatalar olabilir. Fakat burada herkes, gerçek hayatta reddetmelere doyamadığı durumların her yarışmacıya bölüştürülmüş haliyle yüze yüze geldiği için, bir alamda kendini seyretmelere doyamıyor. Böyle bir teşbih yapılabilir herhalde. Hata olur mu?
Ben, itiraf edeyim, dedikodu nasıl yapılır, kulis hangi aşamada işe yarar ve Semih’in cümlenin sonunu getiremeyecekmişçesine yavaş konuşmasına nasıl sabır gösterilir- hepsini Survivor’dan öğreniyorum. Survivor, iyisiyle kötüsüyle baştan aşağı seyircinin hayatını da ekrana taşıyor. Sabrı, kazanma mutluluğunu, azmi, hırsı ve başarıyı gösterdiği kadar dedikoduyu, kulisi, kavgayı ve dindirilemez öfkeyi de temsil ediyor. Bence.
Son itirafımla yazıyı bitireyim, yoksa Survivor’ı kaçıracağım: Eski sezonları seyretmediğim için çok çok çok pişmanım, onları da şimdi seyretsem pişmanlığımı alt edebilir miyim sayın okur?
Ha, bu arada, katil yine uşak çıkıyor hikâyenin sonunda.