Bu satırları, gözlerimden klavyeye doğru yavaşça süzülen yaşlar eşliğinde yazıyorum. Tamam, kabul, gereksiz duygusallığımla bilinirim. Ama yine de her aşk sahnesinde böyle sulu göz olmadığımı itiraf etmeliyim. Yani diyeceğim o ki, bu sefer abarttığımı söyleyip günahımı alamazsınız çünkü bu çiftte kalbimi göğsümden fırlatıp göğe çıkartabilecek kadar güçlü bi’ şeyler var. Demişti ya Selin Ali’ye; ‘’Hadi ilk gördün uyuz oldun anladık, ama bu kez öyle değil, ben hissediyorum...’’ diye... Heh işte, ben de diyorum ki kendime; ‘’Hadi ilk gördün kalbin çarptı anladık, ama bu kez öyle değil, ben hissediyorum…’’
Ali ve Selin’e baktığımda gökyüzünü görüyorum ben. Bulutları, güneşi, ayı… Ali ve Selin’e ikinci kez baktığımda gökyüzünün ötesini görüyorum ben. Bulutların ardını, güneşin arkasını, ayın öbür yüzünü… Ali ve Selin’e bir defa daha baktığımdaysa uzayı görüyorum ben. Sonsuzluğu… Ne kadar pes edecek olsalar da, başa dönseler de her seferinde, ‘’intikam’’ deseler de, inkar etseler de, içlerinde hep birbirlerinin olduğu iki ürkek çocuğu görüyorum. Ve o iki ürkek çocuğun sahip olduğu koskocaman dünyayı… Üstlendikleri sorumlulukları, verdikleri mücadeleyi, sırları, itirafları, bazen yalanları ama çoğunlukla tüm çıplaklığıyla doğruları görüyorum.
Ali ve Selin... Sonbahar gibiler; defalarca yağmur yağdı kirpiklerinden gözbebeklerine, dudaklarından çenelerine doğru. Hüzünden soldular. Omuzlarına döküldü yaprakları tek tek, sırayı bozmadan. Her düşen yaprağı alıp içlerine attılar. Sarı yapraklar biriktirdiler, yüreklerinde yeşertip zamanı gelince birbirlerine hediye edebilmek için.
Kış gibiler; çok karda kaldılar. Savunmasız yakalandıkları fakat buna rağmen yola yalınayak devam etmeye çalıştıkları oldu. Üşüyüp düşecek olsalar bile birbirlerine tutunarak ısınacaklarını, ısındıkları gibi ayağa kalkacaklarını bildiler. Çare ikisinin parmaklarının arasındaydı. El ele verilir, büyü bozulur, kilit açılır… İkisi de kendi içine düşen kar tanelerini bir türlü göremedi ama birbirlerininkini hep gördüler. Dışarısı soğuktu, içerisi daha soğuk. Onlar orada bir titredi, biz burada bin sallandık.
İlkbahar gibiler; biriktirdikleri sarı yaprakları yeşertip birbirlerine hediye etme zamanları geldi. Hüzünden solmuş yüzleri yerini neşeye bırakırken, aydınlığın gelişini dans ederek kutlamak istediler. Ritimleri atan kalpleriydi, kulakları birbirleri. Tangoyla başlattıkları bu şöleni, gökkuşağının tepesinde vals yaparak bitirdiler. Bu arada, gökkuşağını gökyüzüne kendileri çizdiler. Havayı mora, laciverte, maviye, yeşile, sarıya, turuncuya boyadılar. Kırmızıya gelince durdular, birbirlerine baktılar, öbür renklere karışıp kendilerini aşka boyadılar. Biz, yeşerttikleri yaprakları birbirlerine hediye etme zamanları geldi zannederken, onlar gökkuşağı olup ait oldukları yere ulaştılar.