Sinema ve televizyon gerçek dünyadan bir süreliğine kopmamızı sağlar. Beyaz camdan ve beyaz perdeden yansıyan o kurgulanmış dünya derdimizi kasavetimizi dağıtabildiği gibi seyrettirdiği materyallerle dert sahibi de yapabilir. Seyrettiği herhangi bir sahne, insana bir dolu laf ettirebildiği gibi sayfalarca yazı da yazdırabilir. Sinema ve televizyonun modern hayatta bu kadar vazgeçilmez olmasının sebebi sahip olduğu bu büyüdür. Seyredilen materyalde senaristin büyük etkisinin yanı sıra diğer büyük etki şüphesiz o materyalin dünyasını kuran ve yansıtan yönetmenindir. İyi kötü hepimizin filmlerden veya dizilerden izleyip etkisinde kaldığımız bir sürü sahne olmuştur.
Televizyonda yayınlanan dizilerde hayran olup o var diye seyrettiğim bir sürü aktör ve aktris var. Bunun yanı sıra o çekiyor diye seyrettiğim diziler de var. Vakti zamanında sevgili Muharrem Gülmez ”Sen profesyonel izleyicisin, her şeyi didik didik kurcalaman çok doğal,” demişti. Dizide oynayan oyuncuya bakmadan o çekiyor diye yönetmenine bakarak izlediğim diziler var benim. Bu hafta bu yönetmenlerden bazılarına değinmek istedim. Algılarımızla oynayıp ”Hakikaten o acıyı çekiyor mu ya bu karakter?” diye çokça düşündüren yönetmenler hala var, şükür ki var.
Cevdet Mercan için vakti zamanında ”Eğer bir gün dram senaryosu yazabilirsem çekmesi için kapılarında yatacağım,” diye bir tweet atmıştım. Üç hafta önce yayına giren Paramparça'yı kendisi çekiyor. Ve ben hala diyorum ki; Cevdet Mercan arabeskçi dizisi bile çekse izlerim. Paramparça yılların Yeşilçam klişesini merkeze alan senaryosuyla bu kadar sansasyon yarattıysa en büyük başarı bana göre kendisinin. Kurduğu dünyayı geçtim, oyuncuları karakterlerine o kadar sokmuş ki hepsi inanmış o an o kişi olduklarına. Mesela Gülseren giydiği kıyafetinden tavrına kadar anaç ve domestik görüntüsü ile anneliğini sorgulatmıyor. Keza Dilara da aynı. O hırslı, istediğini almaktan salise imtina etmeyen kadını kıyafetinden saçına başına, aurasına kadar etrafa saçıyor. Kafası karışık ve arayış içindeki Cihan’ı oyuncunun vücut dilinde ve her mimiğinde görebiliyoruz. Tabii ki oyuncuların doğal yetenekleri de büyük etken. Ama oyuncuya kestirteceği rolü kafasında öyle bir ezber edip oynattırıyor ki senaryonun iki adım sonrasını tahmin etmene rağmen Gülseren nasıl bakacak, Dilara nasıl tepki verecek, Cihan nasıl başedecek diye iştahla bakıyor insan. Yönetmenin oyuncusuyla bir kimya yakalaması da önemli tabii ki. Mesela yine Cevdet Mercan’ın çektiği Kayıp Şehir'de esas oğlan'ın (Kadir-Nik Xhelilaj) yaklaşık dört dakikalık repliksiz kendisi ile savaştığı, tereddüt etme ve aşkına teslim olma sahnesi vardır ki hala televizyonda seyrettiğim en iyi sahneler listemde zirvelere oynar. Paramparça'nın tanıtımı ilk dönmeye başladığında ekranella yazarı sevgili Nida Fındık'ım ile Cevdet Hoca niye kabul etmiş ki bu işi diye şüphelere düşmüştük ama korkularımız işini seven ehli bir adamın başarısıyla kelimenin tam anlamıyla “paramparça” oldu.
Hilal Saral için drama onun işi desek abartmış olmayız sanırım. Ne çekse izlerim dediğim diğer bir yönetmen de kendisi. Son olarak Kurt Seyit ve Şura ile masal anlatmaya çalıştı. Seyirciden beklenen reaksiyonu alamamasına rağmen ben kendi adıma o görkemli Rusya sahnelerini takdir etmeden geçemem. Aşk-ı Memnu ile yükselttiği drama çekme çıtasına diğer herkes çıkmak zorunda artık. Aşk-ı Memnu’da bir dolu insanı bir yemek masasının etrafına dizip merak unsurunu hiç düşürmeden bölüm çektiğini biliriz. O ne diyecek, bu nasıl bakacak, öbürü anlayacak mı diye sinir tellerini gererek yansıtırdı. Ama benim kişisel favorim Fatmagül’ün Suçu Ne? bir kadın dramını kadını odaktan hiç çekmeden yansıtabilmek hem yetenek hem de cesaret işi. Hilal Saral da bana göre oyuncuyu oynatabilen yönetmenlerden. O karaktere oyuncusunu inandırıp kafasında oynatıp öyle kestiriyor rolünü. Fatmagül’ün ve Kerim’in neredeyse otuz bölüm hiç konuşmadıkları dönemde acılarını, utançlarını, korkularını ve nefretlerini öyle bir yansıttırdı ki oyunculara esas kız ve esas oğlanın birbiri ile konuşmadan kavuşmasını istedi herkes. Hem de ortada tecavüz gibi korkunç bir gerçek dururken. Şimdi Allah için oyuncular da hakkını muazzam verdiler. Misal dizinin sadece yüzük üzerine dönen enfes bir bölümü vardır hala arada açar o bölümü seyrederim. Bir de küçük mekanları ferah feza göstermekte kimse yarışamaz kendisiyle. Aşk-ı Memnu’daki yalının ve Fatmagül’ün Suçu Ne?’deki Göksu’daki kulübenin aslında nasıl dar mekanlar olduğunu sonrasında gidip görenler anlatır durur. Mekanlara verdiği renkleri de unutmayalım. Fatmagül’ün Suçu Ne?’nin her yere dokunan mavisi hala akıllardadır eminim. Simgesel anlatımı ve arketipleri çılgınca kullanan bir yönetmen olmasıdır belki de o çektiyse seyrederim dedirten şey. Kim bilir…
Uluç Bayraktar ve Cem Karcı yeni neslin en iyilerinden. Gerçi şu an Karadayı'yı seyretmiyorum ama Ezel'deki harika performansları onları ne çekse seyrederim kategorime almam için yeterli referans. Bir de ayrı ayrı olarak Cem Karcı'nın Uçurum (ki Ezel'den daha çok severim), Uluç Bayraktar'ın da Son macerası var. Bu ikilinin alameti farikası bana göre cesur olmaları. Ezel’deki geriye dönüş sahnelerinin hala konuşuluyor olmasının sebebi de bu. Çektikleri ve yansıttıkları şeyin büyüleyici olmasına azami dikkat ediyorlar. Detaylardaki incelikleri es geçmemeleri ”Vay be, bunu bile düşünmüş adamlar,” dedirtiyor.
Ezel’in ve Uçurum'un senaryolarının çok başarılı olması iki yönetmenin de inandırıcı şekilde anlatması hasebiyledir. Açık fikirli, zehir gibi genç adamlar olması da işin bonus tarafı. Zira çekecek çok dizileri var daha.
Selçuk Aydemir hem senarist hem yönetmen. Diğerlerine göre görece olarak daha şanslı. Çünkü kendi yazdığını çekiyor. Yazarken şu şöyle olmalı bu böyle olmalı diye zaten kafasında kurarak, hayal ederek yazdığı için kendi kafasındakini bire bir ekrana yansıtması daha kolay. Tabii bu durum onu hiçbir zaman gevşek davranmaya itmedi. Ben kendisini Üsküdar’a Giderken'den beri takip eden biri olarak komedi anlayışında hem yazım hem yönetim olarak yükselttiği seviyeyi gururla seyrediyorum. Komedide absürt tekniği de sınırsızca kullanabildiği için karakterlerin kafasının üstünde düşünce bulutu çıkarmaktan, kafasının içine girmeye kadar her türlü değişik olayı seyrettirdi bize. Komedide asıl unsur olan seyirciyi nefes aldırmadan olaylar bombardımanına tutabilme yeteneği ise parmak ısırtan cinsten. Kardeş Payı ile hep şikayet edilen dizi süreleri sorununa rağmen dizinin süresini altmış dakikaya indirmesi ve bunu kabul ettirip devam ettirmesi de gelecek için umut beslememizi sağlıyor. Dizilerin yanı sıra sinema filmleri ile de komedi çekme işinde ekol olmaya doğru emin adımlarla yürüyor. Ve bu beni çok mutlu ediyor.
Bir yapımın kendini seyrettirebilmesi için en önemli taşı senaryosudur. İlle de senaryosudur. Lakin o senaryoyu, kafasına takıp severek çekmeyen yönetmeni yoksa tek başına senaryo maalesef okunacak sayfalardan ibaret olur kalır. İşini seven insanların çoğalması en büyük dileğimiz…
Sonuna kadar sabırla okuyan gözlerinize sağlık.