Digitürk’ün Friends gösterimi bitti. Sahi 8-9 arası ne izliyorsunuz? Genelde dizilerin bir önceki bölümlerinin insanın hafızasıyla alay edercesine uzun tekrarları oluyor o saatte. Haber kanalları deseniz İŞTE BİZ ERKEKLER konulu tartışma programlarına geçmiş oluyor. Bi’ yardımcı oluverin.
“Sahi bu Lost hangi noktada bu kadar bozmuştu?” sorusuna yanıt arıyorum tekrar izlerken de, 5. sezondaki zaman atlamaları o kadar bilimkurgu sevmeyenler için biraz fazla hakikaten. Ancak ben diziyi tamamen başka bir perspektifle yeniden izliyorum. Jack’in yaptığı her hareketi Kate’i kazanmak için yaptığını anladığınızda; ilk izlediğinizde anlaşılmayan birçok şey de anlam kazanıyor, Jack’in trajedisi ve Kate’in kararsızlığı da büyüyor elbette. Hoş, 6. Sezon’un saçmalığını silecek hiçbir şey olmaz herhalde ama Lost iyidir.
Uzun zaman sonra ilk kez bir yerli diziye heyecanlanıyorum sanki. Şeref Meselesi’nin cast’ı çok güzel adamlar ve çok güzel kadınlardan oluşuyor. Her biri ayrı ışık saçıyor hatta. Gala meselesi eleştirildi mesela onu ben hiç anlamadım. Her kanal yeni sezonda öne çıkan dizilerini galalaştırmalı bence, bunların hepsi birer meta sonuçta; öyle ya da böyle daha çok lansmana daha çok promosyona ihtiyaçları var. Ne diyordum, Kerem Bürsin’in yakışıklılığı ve samimiyeti ile bir ekran fenomenine doğru emin adımlarla yürüyor olduğu gerçek. Güneşi Beklerken’den çok daha ciddi bir derdi varmış gibi görünen Şeref Meselesi’nin ağırlığını taşıyıp taşıyamayacağı kariyerinin geri kalanını belirleyecek önemli bir test. Başarırsa kafadan 10 sene ekranımızın her yerinde görürüz Kerem’i. Bana uyar.
“Çocuklar,” diye başlar How I Met Your Mother, (HIMYM) daha ilk bölümden de derdini anlatır, hem çocuklara hem de bize. Davetkârdır, bir babanın çocuklarına anneleriyle nasıl tanıştığını aktarırken bizi de katmak ister işin içine; sırf bu yönden bile daha ilk 20 dakikasında fark yaratmayı başarır, zaman algısını büker çünkü yolda birçok duyguyla da benzer şekilde oynayarak.
Birçok eleştiri var diziyle ilgili; öncelikle New York’ta yaşayan 5 kişilik grubun maceralarının hiçbir orijinalliği olmadığı katıksız bir gerçek elbette, üstüne üstlük karakterlerin de biricikliği tartışılacak durumdayken. Friends esinlenmesinin ötesinde bir aşırı öykünme ve hatta benzer temalar ve olay kalıplarının işlenmeye çalışılması da sıkıntı. Ancak formülün de tuttuğu açık. Friends, modernitenin 20 dakikasıysa çok daha renkli ve uçarı olan HIMYM post-modernitenin 20 dakikası.
Dizinin bir diğer sıkıntısı ise ABD’de dramanın müthiş yükselişiyle paralel şekilde ilerleyen “zeki komedi” furyasının ucundan kıyısından yakalamaya takatinin kalmamış olmasıydı. Cıvıklığa methiye düzerken, tüketim toplumunun 20 dakikalık bir mikrokozmosunu oluşturup temposuna ve kast’ının müthiş kimyasına sırtını dayayan dizi, ne aynı dönemdeki Two and a Half Men kadar cıvıyabildi, ne Big Bang Theory’nin orijinalliğini yakalayabildi ne de Modern Family, 30 Rock, Veep gibi ödül avcısı dizilerin zekâsına ulaşabildi.
Yanlış anlaşılmasın, HIMYM denediği birçok işi de layıkıyla başarabilmiş bir yapım. Her şeyin ötesinde multi yetenekli gay ikonu Neil Patrick Harris’i Barney Stinson rolüyle parlatıp tekrar ana akımın beğenisine sunması bile başlı başına bir kazanım tüm şov dünyası ve biz izleyiciler için. Marshall ve Lily çiftinin maço kodlarından uzak dünya tatlısı ilişkileri özgünlüğü için değil belki ama ekran sıcaklığı açısından çok önemliydi örneğin. (Ta ki Marshall karakteri cıvıklıktan karikatürize cıvıklığa geçene kadar,) Bir komedi dizisinden beklenmeyecek kadar çok sembol kullanmaları (İlk sezondaki mor zürafa ve ananas sembollerini hatırlayın) ve klasik 20 dakikalık dizilerde hiç görmediğimiz anlatım yapılarına ağırlık vermeleri (freni boşalmış kamyon hızında geçişler yaptıkları flashback’ler ve flashforward’lar,) takdire şayan. Friends’in bile tarihinde yakalayamadığı 9 bölümlük bir seride dizinin kendini aşması ve modern bir klasik olarak kendini kabul ettirmesi, (2. Sezonun ilk 9 bölümü) The Naked Man, Slapbet, Playbook ve benim niyeyse her izleyişimde anırarak güldüğüm ama kimsenin aynı tepkiyi vermediği Showdown gibi tek başına duran bölümlerin kalitesi da yadsınamaz bir gerçek. Hepsinin ötesinde, HIMYM külliyatının oluşturduğu dilin hafızalardan silinmesi mümkün değil. Wait for it’lerden legendary’ye; awesome’lardan slap bet’lere hayatın çok içinden ve dolayısıyla biz izleyicinin rahatlıkla bağ kurabildiği yepyeni bir dil yaratmak dizinin en önemli başarısı belki de.
Öte yandan bütün eleştiriler dönüp dolaşıp Ted karakterinde bağlanıyor. Bazen çok uçarı, çoğu zaman aşırı irrite edercesine snob, aşk adamı taklidi yapan modern bir Don Juan ya da Kazanova ya da diğer çapkın erkek figürleri. Hayatıyla ilgili ne istediğini bilmeyen, üstüne üstlük hatalarından ders çıkarmayan dolayısıyla da bir komedi dizisinin frontman’inden beklenmeyecek kadar itici bir karakter. Elbette orta sınıfın yüzeysel sorunlarını aşırılaştırmasının eleştirildiği bir karakter okuması yapılabilir ama kimsenin o kadar aşırı okuma kasmasına lüzum yok. Bu noktada biraz Mad Men gibi HIMYM. Baş karakterden nefret etme rahatlığına ulaştığınızda her iki diziyi de olması gerektiği gibi izleyebiliyorsunuz.
Gelelim çok konuşulan finale. Aslında dizinin en övülen tarafı konumundaki gelecekten hikâye aktarma ve daha ilk bölümden önümüze konulan havuç olan “anne kim” sorularının tek bölümde darmaduman olması ve dizinin ekseninin aşırı derecede yıpranmış Ted-Robin ilişkisine kaydırılması bütün cıvıklığına rağmen diziyle gönül bağını koparmayan milyonlara gösterilen bir orta parmaktı adeta. “Başından beri anlattığımız şeyi anlatmıyorduk aslında, siz yanlış şeyi izliyordunuz,” diyebilmesi bile bu diziyi post-modernitenin şahı yapmazsa ne yapar ben bilmiyorum.