Hozan’da çok deli vardır. Caddeye çık bak 10 kişiden beşi altısı delidir. O yüzden insanlar kendi delilerini de buraya gönderir iyileşssin diye. Sen de deli olduğun için düşmüşsün buraya, bir türkü için Amerika’dan buraya mı gelinir?
Sansürün gölgesinde hayatı sansürlenenlerin filmini yapmaya çalışmak zor olmalı. Kazım Öz, Zer’le çok zor bir işe girişiyor. Hem 1938’de Dersim’de yaşananları bir yabancının gözünden anlatmak hem o yabancıyı giderek yerli yapmak ve bütün bunu sansür mekanizmasına kurban giderek yapmak... Çok zor bir iş. Sinema Genel Müdürlüğü’nün sansürü yüzünden iki sahnesi karartılmış Zer’i her şeyden önce bu yüzden takdir ederek başlamak lazım.
Amerika’da yaşayan, baba parası yiyerek üniversitede sözde müzik eğitimi alan Jan’ın hayatı babasının annesi olan Zarife’nin kanser tedavisi için yanına gelmesiyle değişiyor. İlişkisi dışında hiçbir şeyi fazla takmayan, terk edildiği için de dağılmış durumda olan Jan’ı kendine getiren bir türkü oluyor: Zer. Zarife’nin sandıklarının dibine gizlediği eski kimliğini ortaya koyan Zer’in peşinden giden Jan önce Afyon’a sonra da Dersim’e gidiyor bu yüzden. Dersim’i adım adım gezip herkesle konuşup Zer’in hikayesini öğrenmeye çalışır. Bir yandan da ailesinin herkesten gizledikleri, korktukları geçmişine doğru yürür. Aslında türküyü değil de kendisini aradığını fark etmesi de epey uzun sürer.
Film iyi bir arayış hikayesinin bütün vaat ettiklerini yerine getiriyor. Yalnız bir kahraman, farklı çevrelerden farklı tepkiler, nasihat veren güzel yaşlılar, çok güzel görüntüler (cidden çok güzel görüntüler) ve bol bol yolculuk... Hatta bir noktada kantarın topuzunu kaçırıp gereksiz arayışlara giriyor. Amerika’da yaşayan birine ilk kez rakı içirip düğünü trolletmek gibi dizilerden aşina olduğumuz komik olmayan komedi sahnesiyle amacından sapıyor. Hem anlatması hem de dinlemesi bu kadar zor olan bir hikayede bu kadar basit bir görüntü sakil duruyor. Yine bu kadar zor bir hikayenin uzun olması seyirciyi iyice yoruyor. Acının, hüznün, utancın içinde boğulurken sonuca yaklaştıkça merakın yerini “Ne zaman bitecek?” şikayeti alıyor.
Zer, yalnız bir kahramanın filmi olsa da yükü ana karakterin üzerine bırakmamasıyla kendini kurtarıyor. Yoksa Nik Xhelilaj’ın Jan rolündeki oldukça kötü performansı hikayeyi gölgeleyebilirdi. Ancak hem zaman geçtikçe Jan’ı fazla konuşturmama kararı hem de yardımcı oyuncuların başrolü epey geride bırakan performansları filmi toplamış. Başrol seçiminde kötü bir tercih yapmış olsa da Kazım Öz’ü bunu gölgeyebildiği için de ayrıca takdir etmek lazım. Gerek Jan’ın, Zarife’nin hikayesine olan yolculuğunu müzikal bir temele bağlaması gerekse reji tercihleri ve günahlarını hatırlamak istemeyenleri rahatsız etmesiyle... Tebrikler.
MEHMET DİNLER