Medealar (Medeas, Andrea Pallaoro, 2013)
Andrea Palloro’nun yazıp yönettiği bu bol ödüllü ilk film, festivalde “Yeni Bir Bakış” teması altında yer alıyor. Filmi, yönetmenin de katıldığı Citylife City’s Sinemaları’ndaki 7 Nisan gösteriminde izledim. (Bu güzel ve konforlu sinemamızın nazarlığıysa, çalışmayan klimaydı! Filme anlamlandırma düzeyinde bile etki ettiğine yemin edebileceğim bir hararet vardı ortamda.)
Medealar, adı üstünde, örtük bir mitolojik temaya sahip bir film. (Bunun ayrıntısını yazmayacağım. Bilen bilir, bilmeyenin de final şokunu bozmak istemem.) Fakat özellikle bir ilk film olarak etkileyici bir görselliğe, şaşırtıcı bir reji ustalığına sahip filmin en zayıf noktası da, bence bu daha adından kavradığınız ama filmin sizi doğal olarak getir(e)mediği, ete kemiğe büründürülüp hikayeye yedirilememiş kurucu fikir.
Film, oldukça izole bir kırsal alanda yaşayan beş çocuklu bir ailenin yabancılaşma ve parçalanma hikayesi. Sağır- dilsiz bir anne ve geleneksel erkekliğin suskunluğunda çiftçi bir baba, zaten çevreden kopuk yaşayan ailedeki eksik “konuşma”yı tablodan iyice çıkarıyor. Filmde akan, adım adım ilerleyen bir hikayeden çok annenin yasak ilişkisi, evin yeni yetme kızının cinsel uyanışları ve babanın ağır, sıkıcı çalışma yaşamı gibi, manzarayı değiştirmeyen seyrek “dış”/yan hikayeler eşliğinde ailenin günlük yaşamından fragmanlar izliyorsunuz. Reji genel olarak etkileyici, filmin en büyük başarısı da bu “parçalı”, kopuk, iletişimsiz iç ortamı iliklerinize kadar hissettiren görsel dünyası.
Diyaloglar çok sınırlı ama zaten konumuz suskunluk. Yine de finale götüren “kurucu fikir” zaafı dışında filmin gücü olmakla handikapı olmak arasında gidip gelen bir diğer nokta da bu. Hikayenin de gevşekliğinde bu ağır sessizlik konsantrasyonu güçleştiriyor ve gerilim yerini bazan sıkıcılığa bırakıyor. Filmden sonra yönetmene yöneltilen sorularda da bana göre bu iki noktadan kaynaklanan “eksikliğin” izleri hissediliyordu, salonda görünmez bir “ama neden?” sorusu vardı. Bunlarla beraber elbette görülmeye değer bir ilk filmle ve sonraki işleri merakla beklenecek bir yönetmenle karşı karşıyayız.
Bizden İyisi Yok (We Are The Best, Lukas Moodysson, 2014)
Dramatik tahammül eşiğimin yüksekliğine rağmen “iyi ama bir daha izleyemeyeceğim kadar üzücü filmler” listemin ilk sıralarındaki Lilya 4 Ever’dan (Daima Lilya, 2002) beri en çok ilgimi çeken Nordic yönetmenlerden olan Lukas Moodysson’ın filmini iple çekiyordum. Şu ana dek izleyebildiklerim arasında hiç ‘boşu’ olmayan, favori festival temalarımdan “antidepresan” bir filmle yüzümü güldürdü.
82’de Stockholm’de geçen bu punk, ergenlik ve arkadaşlık konulu özgün film, tam “Kuzey sıcağı” olarak tarif edebileceğim türde. Havanın kasvetine inat bir “makul keyif” ve mizahın ergenlik enerjisiyle buluşması! Lukas Moodysson filmi, eşi Coco’nun yazıp çizdiği Never Goodnight adlı çizgi romandan uyarlamış. Yönetmenin festival kataloğunda rastladığım “Tüm kanıtlar aksine işaret etse de, hayatın yaşamaya değer olduğunu gösteren bir film yapmak istiyordum; yaptım,” sözleri de ilgimi çekmişti. Hakikaten yapmış! Film, farklı aile yapılarında şöyle ya da böyle kendi başının çaresine bakma gerekliliğiyle kafaca erken olgunlaşmış ama bir yanları da insanı sürekli gülümsetecek derecede masum ve asi 13’lük ikili Bobo ve Clara’nın (Mira Barkhammar, Mira Grosin) “punk ölmedi!” iddiasıyla sıfırın altından başlayarak bir punk grubu kurma çabalarını anlatıyor. Sırma saçlı, yetenekli, uslu ve Hıristiyan gitarcı Hedvig de kısa sürede aralarına katılıyor. Hedvig saçlarını Klara’nın evlerden ırak punk stiline uyduruyor, ikili de kafa göz yara yara bir parça bir şeyler çalmayı öğreniyor. Hayat engeller ve hüsranla dolu olsa da ne yazar, onlardan iyisi yok!
Moodysson’un iyimser temasına eşlik eden erken dönem kız arkadaşlık meseleleri ve ergenliğin olup olabilecek hem en salak hem de en tatlı yanı olan dünyayı takmayıp kendi ruh halini, inancını her şeyin esası sayma durumunu anlatan film, tam bir Kuzey lokumu anlayacağınız. Grubun şarkısı Hate the Sport! iki gündür kulağımdan gitmiyor. Tadınız!