Geçen hafta öpüşme meselesinin başımıza nasıl dert olduğundan bahsetmiştim. Sırf buna bu kadar söylenen bol maydanozlu ağzıma bu hafta gelen reytingler güzel bir şekilde tokat çaktı. Eski Türkiye’nin on sene evvelinde kalmış denebilecek benliğim, yepyeni ve şıkır şıkır Türkiye’ye artık taşınmak zorundaydı!
Her şey Benim Adım Gültepe’nin Güzel Köylü’den hakkaniyetli bir Osmanlı tokadı yemesi ile başladı. Şahsım adına şunu temin edebilirim ki ırk, din, dil, yöre olarak insanları asla ayırmam. Tercihim hemşehricilik olmamasından ve insanların 2014 yılında artık dünya vatandaşı olarak vicdan ve etikle hareket etmesinden yana olsa da şive ve geleneksel alışkanlıklar gibi detayları da severim. Bundan üç sene önce olsa hikâyesinden tut, castına, yönetmenine kadar tek vuruşta birinci olabilecek bir dizinin düşük izlenme payları bir yöre dizisinden oldukça düşük olunca kafama bir şey dank etti. Üç sene önce insanlar drama bu kadar doymamış, komedi ile bu kadar tanışmamıştı. Artık komik insanlar zamanı, 59 saniyelik videolar baş tacı, altı saniyelik vine’lar günün reçetesi, 140 karakterlik twitter okunması gerekenlerin toplamı… Konu buyken kim ne yapsındı bir sürü insanın hikâyesini ayrıntılı olarak anlatan Benim Adım Gültepe’yi? Güzel Köylüolanca yalınlığı ve o naif basit tarafı ile bütün dramların üzerindeydi çünkü; yorulan kafayı bir daha yormuyordu.
Bundan sonra düşünmeye başladım, davul bile dengi dengine meselesi de artık sulara gömülüyordu. Eskiden zengin-fakir olayına “okey” versek bile bir şartla iznimiz vardı, her iki karakter de dünya üzeri güzellikte olmalıydı. Şimdi Yeni Türkiye’de ise aşk tanımımız belli. Vasat kızlar, güzel çocuklarla olmalı. Maddi durum göz ardı edilmemeli hatta kızımız aşırı derecede güzel olan kadınlara sadece saflığı ve lolitamsı cilveleri ile arka arkaya gol atabilmeli. Kiraz Mevsimi son zamanlarda bunun en güzel örneği bana sorarsanız, yeni panel izleyicisinin tam sevdiği gibi. Zenginler aşırı zengin değil, fakirler öyle çok parasızlıktan ölmüyor. Öldükleri anda bir mucize oluyor, en azından günü kurtarıyorlar. Eski Türkiye’de bayılarak izlediğimiz Yaprak Dökümü’ndeki gibi bin tane bela ile uğraşmıyorlar anlayacağınız… Belalar ya teker teker geliyor ya da minik paketler halinde oluyor ki zengin ve yakışıklı oğlumuz sorunları tak diye çözüyor!
Yazının başında kısa videolardan, altı saniyelik vine’lardan bahsetmişken prime time dizilerini sollayan 50 dakikalık günlük dizilerden bahsetmemek olmaz. Unutma Beni ve Deniz Yıldızı ile başlayan trend Beni Affet ile doruk noktasına ulaştı. Burada bir sürü insan hikâyesi vardı var olmasına ama “çocuğa anlatır gibi” anlatıldığı için ve her şey sonunda adam akıllı bir cevap aldığı için seyirci bu işi bağrına bastı, Yeni Türkiye zaman zaman (!!) kötülerin de kazanmasına alıştığı ve bu durumu sevdiği için Beni Affet’in kötüleri iyileri kadar sevildi. Sonuç çift taraflı bir kazanımdı. Sektör günlük dizilerin kıymetini anladı, seyirci kısa vadede izlediği şeylerin konsantre halini sevdi. Büyük starlık meselesi sulara gömülürken, yeni ve eskimeyen yüzler başarıları ya da şansları ile doğru orantılı şekilde yükselmeye başladı.
Yılların televizyon çocuğu anneme “nedir bu televizyonların hali?” dediğimde çok net bir şey söyledi;
“ – Bundan 3 sene önce her gün izleyecek dizisi olan ben artık akşamları telefondan oyun oynuyorum ya da yabancı dizilere sarıyorum. Bıktım dırdır ortada gezinenlerden. Bir Karagül kaldı elimde bir Arka Sokaklar, gerisi çöp! Gündüz açmıyorum bile televizyonu, alayı deli zırvası!”
Tabii bununla yetinmedim, üç büyük kanalda diziler için çalışmış, yaşça kendime yakın bir televizyoncu arkadaşıma da bu konuyu sordum, cevabı kesindi.
“-Biz iş için izliyoruz çoğu şeyi elbette. Ancak eskiden eleştirmeden, sünger kafa izlediğimiz şeyler de olurdu. Şimdi zaman başkalarının zamanı, bizim sevdiklerimizin gidici olması çok normal. Denilen bin denek sisteme eklenmezse bu sezon son on yılın en büyük yaprak dökümüne şahit olacağız.”
Kendimden beş yaş küçük kuzenime sorduğumda farklı bir cevap aldım.
“-Ben zaten ders çalışırken ya da gece evde ses yapsın diye televizyon açıyorum. O gündüz yayınlanan mahalle ağzı yarışmalar güzel gidiyor. Onun dışında torrent filan zaten.”
Yukarıda gördüğünüz insanlar Eski Türkiye’ye sıkışıp kaldıkları için durumdan mutsuzlar. Yeni Türkiye’ye alışmak ve şartları gözden geçirmek için zamana ihtiyaçları var.
Yeni Türkiye diyerek konuyu aşağıya çektiğimi de sanmayın. Yeni Türkiye iyi olmayan işi ayırabildiği gibi, daha önce defalarca izlediği işin aynısına da prim vermiyor. Kurtlar Vadisi sosluReaksiyon “yaranmak istediği” kitleyi bile yanına çekemedi mesela. Aşktan Kaçılmaz Mardin faktörüne rağmen fena çakozladı, Kadim Dostum’un Vizontele halleri seyirciden geçer not almadı. Kurunun yanında yaşın da yandığı olacak tabii ki ancak görülen o ki Eski Türkiye’nin umursamazlığı ve gelgelciliği Yeni Türkiye’nin kibrine ve seçici geçirgenliğine yenildi.
Bizim düşüneceğimiz yerler başka olduğundan, bundan gayrısını da kanal yöneticileri düşünsün.