Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZEL
Yüksek Sosyete’nin Kare As’ı

Yüksek Sosyete’nin ilk tanıtımı dizinin bir çeşit ‘zengin kız fakir oğlan’ hikayesi üzerine kurulacağının sinyalini vermişti. Bu ilk tanıtımda esas oğlanın fakirliğinden pek emin olamamıştık, tek bildiğimiz para pul şöhret üçlüsünün ona hitap etmediğiydi ama yine de hikayenin bu klişe üzerine kurulacağı tahmin edilesiydi. Tanıtımdan, hikayeyi klişe olarak değerlendiren bir izleyici için diziyi cazip hale getirecek (görsel zenginlikleri ve sinematografik unsurları saymazsak) tek bir unsur kalıyordu; hikayeyi işleyecek olan karakterler. Şu ana kadar on bir bölüm yayınlandı ve ilk üç bölüme nazaran karakterlerin daha belirgin hale geldiğini söyleyebilirim. Esas kızımız ile başlayalım.

Cansu çok büyük bir kabahati olmamasına rağmen Ece’nin verdiği tepkilerden dolayı kendisini hiç olmadığı kadar suçlu hissetti.

Cansu, Oliva’da çalışmaya başlayana kadar hayatını “ben neden yaşıyorum ki?” sorusuyla geçirmiş, Koran ailesinin “uğursuz”u, Ece’nin ise uğur böceği olan esas kızımız. Oliva’ya adımını atana kadar mutsuzlukların çocuğu olan Cansu şimdi ise yeniden doğmuş gibi, heyecanlı ve yer yer huzursuz. Annesinin onu hiç kabul etmemesi ve başlarına gelen her şeyi ondan bilmesi Cansu’yu sadece ailesinden değil ait olduğu sosyeteden de uzaklaştırmış. Kendi mutsuzluklarının sahte gülücüklerle mutlu aile tablosu olarak dışarıya pazarlanışına bizzat Koran Ailesi’nin içinden tanık olan esas kızımız tüm ‘Yüksek Sosyete’nin de bu yapmacık ilişkiler ağına dayandığı tümevarımıyla ne bir dost edinebilmiş bu mahalleden ne de arkadaşım diyebileceği herhangi biri ama;  o günler geride kaldı artık Cansu için. Çünkü şimdi Ece’si var yanında ve birbirlerine karşı hep destek tam destek halindeler. Cansu-Ece ilişkisi de genel olarak çok tatlı bence. Tek sıkıntıları aynı kişiye aşık olduklarını anladıklarında verdikleri abartılı tepkilerdi. Cansu çok büyük bir kabahati olmamasına rağmen Ece’nin verdiği tepkilerden dolayı kendisini hiç olmadığı kadar suçlu hissetti. Ece gibi değildi ki o, duygularından emin olana kadar Kerem’e karşı ne hissettiğini paylaşmak istememişti. Ece zaten ilk gördüğü andan itibaren adeta kimseye kaptırmama hırsıyla Kerem de Kerem diye söylenmeye başlamıştı. Neyse ki bu meseleyi fazla uzatmadılar da barıştılar. Cansu’nun Kerem ile aşkına gelince, bence Cansu’nun en başında kim olduğunu, nasıl bir aileden geldiğini saklaması için ortada hiçbir sebep yoktu. Boşu boşuna uzattı. Cansu’ya dair beni en çok üzen bu olmuştu. Şimdi rahat rahat aşkını yaşamak varken Kerem gerçeği öğrenirse diye kıvranmaktan geceleri uyuyamıyor. Hadi o zaman söyleyemedi diyelim, peki ya şimdi niye uzatıyor. Kerem ona patronculuk oyunundaki rolünü açıkladıktan sonra “ben de seni seviyorum” dermişçesine ben de aslında senin bildiğin Cansu değilim diye giriverecekti cümleye. Cansu ise kendisine hiç yakışmayan bir egoistlikle durumu Kerem’den çok farklıymış gibi “Ona yedek hayat denmez yalan hayat denir,” diye poz kesti bir de. Hiç olmadı yani o. Cansu karakterinin beni rahatsız eden tutarsızlıklarından biriydi bu. Bu mesele uzadıkça da ekran karşısında kasılıyorum.

Verdiği kararların hemen hepsini onaylıyor ve davranışlarını takdir ediyorum ama; yüzünü, gözlerini, bakışlarını görmeyeyim.

Kerem, Yüksek Sosyete’nin ahlak abidesi, idealist ve ayakları yere basan karizmatik esas oğlanımız. Kerem gibi doğrucu davut idealist karakterler pek sevilmezler genelde ama benim favori karakterlerim onlar olur hep, bu sefer olamadı gerçi. Mesela, Lost’ta Jack ile, How I Met Your Mother’da ise Ted ile yatıp kalkardım ama bu kez Kerem’i değişmem kimselere diyemedim. Bu durumu ben de tam olarak çözümleyemedim çünkü verdiği kararların hemen hepsini onaylıyor ve davranışlarını takdir ediyorum ama; yüzünü, gözlerini, bakışlarını görmeyeyim. Sanki o gözler etik açıdan yüzde bin beş yüz doğru davranışlarıyla ve mütevazı kişiliğiyle içten içe alay ediyor. Karşısındakinde “ben aslında böyle davranmayacaktım ama; yine de senin benim mütevazılığımın bilincinde olduğunu bildiğim için beni keriz yerine koyabileceğinin farkındalığıyla böyle davranıyorum, dolayısıyla ayağını denk al” şeklinde tehditkâr bir intiba bırakıyor. Burada sorun tam da bu intibanın kendisi çünkü makul olan bir iyiliğin, yapılırken aynen tarif ettiğim bu bilinç düzeyiyle yapılmasına karşılık bu farkındalığın hiçbir şekilde karşı tarafa hissettirilmemesidir. Bunun dışında bir de Mert ile ta çocukluğa dayanan ilişkilerinde takıldığım bazı noktalar var. ‘Mert benim dostum, her zor anında yanında olurum’ düşüncesiyle Mert için yaptıklarında sınır tanımamasından ziyade o sınırsızlığın Mert tarafından sömürülmesine fırsat verecek kadar geniş bir kredi açmış olması rahatsız edici bence. Ekran karşısında açma-germe yapmama neden olan ikinci durum da bu. Demiyorum ki Kerem Mert’in yüksek lisansı bitirmesini sağlayarak çok ileri gitti. Gerekirse bunu da yapsın ama bu iyiliklerinin geri dönüşü olarak her seferinde patron-çalışan gerçeğinin yüzüne vurulmasına fırsat vermesin. Hatırlarsanız ilk bölümde, Mert’i havaalanında karşıladığında valizleri bagaja koymuş ve eve geldiklerinde de Mert’in emriyle bagajdan indirip eve taşımıştı. Burada sorun Mert’in bunları yapması değil bunları yaparken bir çalışan sorumluluğu hissetmesi ve bu durumu içselleştirmiş olması. Mert’in “valizleri çıkarmayı unutma” öküzlüğü Kerem’i bu sorumluluğa mecbur bırakıyor diye düşünebilirsiniz ama buna fırsat veren Kerem’in ta kendisi. Öküzlük bu tarz düşüncesizliklerin ilk seferinde kullanılabilecek bir sıfat belki ama bu hareketlerin defalarca tekrarlanmaya başlaması durumu başka bir noktaya taşıyor. Çift taraflı gizli bir memnuniyet hali diyeceğim ben buna. Mert’in memnuniyeti çok açık zaten, işlerinin yapılmasını sağlıyor ama Kerem’in çıkarı konusunda kafanız biraz karışmış olabilir. Onu da ben açıklayayım, bence Kerem de her seferinde Mert’in kendi hatalarını fark edip kendisine büyüklük gösterilmesinden tahmin dahi edemediğimiz bir derecede haz duyuyor. Nitekim, bu durum benim basit düzeyde oyun kuramını aklıma getiren Kerem’in bakışlarının bıraktığı intiba ile de tutarlı bir hal alıyor. Ben aslında böyle oynamayacaktım ama; senin, benim böyle oynayacağımı düşündüğün için böyle oynadım” şeklindeki bakışları yok mu, onu diyorum. Anlayacağınız, bana göre Kerem, üzerine derin psikolojik tahliller yapılabilecek biri. Hoşlanmıyorum dediği Ece’nin bile pamuk şeker makinesi hediyesiyle nasıl mutlu olabileceğinin farkında olup da Mert’in o önemli an öncesi optimum duygusal seviyeyi yakalaması için gereken hediyeyi anında hazır edecek kadar da ince bir şahsiyet. Buralardan bir Kerem geçti deriz sonra sonra.

Mutsuz olması gerektiğini bildiği bir anda mutsuz hissettiği için mutsuzluğun içindeki mutluluğu bulabilecek kadar pozitif bir esas kız yancısı.

Ece, fakirlikten zenginlik yaratabilecek ve mutsuz olması gerektiğini bildiği bir anda mutsuz hissettiği için mutsuzluğun içindeki mutluluğu bulabilecek kadar pozitif bir esas kız yancısı. Tersten de ecE olduğu için yancılık-esaslık grafiği bu dizide garip değişkenlikler gösterebiliyor zaman zaman ve bu durum Yüksek Sosyete özelinde çok keyif verici bence. Diziyi izlenebilir kılıyor. Tabii bunda Ece’nin rolü büyük. Ece karakterine bayılmıyorum ama karakterin kendi içindeki tutarlı halini izlemesi çok zevkli. Zaten iyi yazılmış bir karakterden minimum beklenti de budur. Mesela Ece’nin Kerem’e aşık olduğunu direkt kendisine söylemediği için Cansu’ya kızmasını doğru bulmamıştım. Çünkü Cansu daha ilk anda o benimdir o benim diye ortalıkta gezinen Ece’nin hayallerini yıkmak istemediği için böyle davranmıştı. Hem de kendi hayallerini yıkmak pahasına. Ece’ye bu anlamda yönelttiğim eleştirimin de temel dayanak noktası burası. Cansu duygularını gizli tutarak Ece’nin arkasından bir iş çevirmeye kalkmadı. Öyle olsaydı Ece’nin tripleri anlamlı olabilirdi belki ama; dizide olan şekliyle tam bir Ece tepkisi olmaktan öteye geçemedi izlediklerimiz. Mesela Ece yerinde Kerem olsaydı kendine has bir olgunluk ve mütevazılıkla tam da bahsettiğim reaksiyonu verir ve bu davranışından dolayı kendine gizli bir hayranlık da duyardı. Ece ne yaptı peki. Karakter tanımlamasında da bahsettiğim gibi Cansu’nun ona gerçeği söylemediği için mutsuz olması gerektiğinin farkındalığıyla mutsuz olma sorumluluğunu üstlenerek agresif bir tepki göstermeyi seçti ve sonunda tabii ki de mutlu oldu. İşte Ece böyle biri.

Ezikliği ve özgüven patlamasını aynı anda yaşayabilen, ikircikli ruh halinin son zamanlardaki eşsiz bir örneği esas oğlan yancısı.

Mert, ezikliği ve özgüven patlamasını aynı anda yaşayabilen, ikircikli ruh halinin son zamanlardaki eşsiz bir örneği esas oğlan yancısı. Tersten de Mert değil ama; Ece’yle yakaladıkları uyum sayesinde kim yancı kim esas sorusunu Mert’i izlerken de çok defa sorabiliyoruz. Kerem ile ilişkilerinde ‘dostluk’ mertebesine ulaşabildiklerine de hala inanmıyorum. Şimdiye kadar her seferinde somut çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini bu ilişki özelinde defalarca kanıtladı. İstisnasız, her birinde de yüzsüzce suçunu kabul edip affedilmeyi bekledi. Mert’i Kerem ile ilişkisinde sürekli affedilme pozisyonunda bırakan etkenlerin başında da Bedia Sultan çıkmazı geliyor. Kerem-Mert ikilisinin patron-çalışan ilişkisi arasına sokuşturulmuş “dostluk” kavramı, Bedia-Mert ikilisinde babaanne-torun ilişkisi arasına sokuşturulmuş prototip evlat sevgisi olarak karşımıza çıkıyor. Bedia Sultan, Mert’i torunu olduğu için sevmek istiyor, yeri geliyor gerçekten seviyor fakat; onda kendi oğlundaki (Mert’in babasındaki) azim ve kararlılığı göremedikçe sevgisinden kahroluyor. Bedia Sultan torununun Kerem ya da kendi oğlu gibi olmasını arzu ettikçe babaanne-torun ilişkisi prototip evlat sevgisinin esiri haline geliyor. Mert ile geçirdikleri onca yıla rağmen ilişkilerinin hala daha suni bir temele dayanmasında da kabahatin çoğu Mert’in bence. Nasıl ki Kerem Mert’in öküzlükleriyle ona tanıdığı sınırsız kredinin sömürülmesine fırsat verdi, Mert de benzer şekilde babaannesine var olmayan bir gerçeklik yaratmaya çalışarak kendisinin istismar edilmesine olanak sağlamış oldu. Mert’in ezik mi yoksa aşırı özgüvenli mi olduğu sorusuna gelince, bu konuda net bir tavır almak zor. Kurul toplantısını unutup dinlenmek için girdiği odanın içinde Çalhan Holding yöneticileriyle karşılaştığında arkasına bile bakmadan kaçarak eziklikte zirveye oynamıştı. Öte yandan, Kerem’e anlaştıklarını iddia ettiği her durum hakkında meselenin altından kalkacağına dair de müthiş bir özgüvenle karşılık verebiliyor. Bizi karar verme noktasında zor durumda bırakan nedenin de, bunu yaparken Mert’in yalan sözlere dayalı bir kurnazlığa başvurmak yerine işin üstesinden gelme noktasında söylediklerine kendisinin de rahatlıkla inanabilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bunun haricinde bir de Ece’ye karşı süper özgüvenli davranışları var ki hiç girmiyorum. Ama bir tanesi var ki söylemeden geçemeyeceğim. Ece’nin evinin önündeki sokak lambasının takılış hikayesi. Mert, o lamba için özgüvenli patron havasıyla gereken talimatları vermiş ve sonunda da Ece’nin kötü geçen herhangi bir gününü dahi yapılacak süper bir jestle muhteşem bir güne çevirebileceğini göstermişti. Böylece kendinden emin bir şekilde Ece’ye mutlu bir gelecek sunabileceğinin de sinyalini vermişti (Sokak lambası örneğini salt Mert’in sahip olduğu maddi imkanların gücüyle şak diye dikmiş olduğu sokak lambası olarak almamak gerektiğini istemeyerek de olsa hatırlatıyorum, mesele maddiyat değil sen hala anlayamadın mı). Benim gözümdeki Mert de bundan ibaret işte.

Diğer karakterler de bir sonraki yazıya kalsın olmaz mı? ☺

Bir yetkiliye ulaşmasını umduğum not: Dizinin tv yayın saatinden hemen sonra (en azından araya birkaç günlük zaman farkı girmeden) ilgili youtube kanalında yayınlanması mümkün olamaz mı acaba? Çünkü Star TV’nin kendi sitesindeki videoda görüntü kalitesinde rahatsız edici derecede bozukluk oluyor. Bunu diziyi yayın akışında izlemeye özen gösteren ama; yine de hayatın olağan akışına yenik düşebilen bir izleyici hassasiyetiyle rica ediyorum.  

YORUMLAR




DİĞER HABERLER