Merhabalar...
Meryem Uzerli Tükenmişlik Sendromu raporu alıp ''Aaa başlarım işine de şöhretine de,'' deyip topukladığında böyle bir psikolojik sorunun var olduğunu ülkece öğrenmiştik hatırlarsınız. Dizi piyasası bu sendromu dibine kadar yaşıyor olsa da topuklayamıyor maalesef. Kanallarımız tutacak reality show veya tv programı formatı peşine düşmüyor çünkü. Varsa yoksa dizi... Hatta bazı günler tek dizi bile kesmiyor, prime time'ı ikiye böldükleri bile oluyor. E doğal olarak dizi sektörü için emek verenlerin yaşadığı mağduriyetler de birbirinin peşi sıra haber olarak düşüyor yaşam akışımıza... (Yoğun çalışma temposu yüzünden kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden abimizi de rahmetle anıyorum yeri gelmişken.)
Televizyonlar dizi peşinde evet ama ya kalite? Kalite denilen şey popüler oyuncuya en yüksek ücretin ödendiği dizi olarak algılansa da kazın ayağı hiç de öyle değil tabii ki. Zerre oyunculuk yeteneği olmadan birilerinin tanıdığı diye başrol kapanlar mı dersiniz, zerre yeteneği olmadan güzelliği/yakışıklılığı ile haftada 80-90 bin TL alanlar mı dersiniz… Yozlaşma ve kokuşmuşluk had safhada maalesef... Magazin gündeminde çok popüler diye başrol verdiğiniz insanların oynadıkları rolü ne kadar taşıyacağına kafa yormuyorsunuz bile... Tamam, bir sanat filmi detaycılığı beklemek fazla olur da pastoral bir roman uyarlandığında manikürlü elleriyle bir kilo makyajlı köylü kızı koyarsanız önümüze “hssskttrr” deme hakkımızı da altın tepsiyle verirsiniz bize. Artık bütün maliyetler yüksek çünkü... Maliyeti kediye yüklersen ciğerim bozuldu diye de ağlanmayacaksın arkadaş…
Prodüksiyona gelene kadar daha büyük bir sorun var bence dizi sektöründe... Şu an bana göre en büyük sorun hikâye üretilememesi. Yazılan senaryolarda seyirciye salak muamelesi yapılmasını geçtim, kendi yazdıklarında tutarlılık ve devamlılık hatalarını göremeyen senaristler var. Ben yaptım oldu kafasını bir kenara bırakmanın zamanı geldi de geçiyor bile... O kadar para dökülüp cast oluşturuluyor, setler kuruluyor ama yazılan senaryolar özensizlikten vefat edecek duruma gelmiş, gören yok. Milyonlar döktüğünüz prodüksiyonun anlatacak ve kendine inandıracak bir derdi yoksa eğer; ne versek seyrederler diye küçümsenen izleyici kör mü? Olmamış der ve başparmağına komutu verip “Geeççç!” diyerek senin bütün masrafını çöpe atmanı zerre önemsemez. Seyirciyi önemseyeceksin, salak yerine koymayacaksın ki sana istediğin değeri versin. Hep dediğim gibi halk bizi anlamadı bahanesi en namussuz bahanedir vesselam.
E, yok mu bunun çözümü peki? Var tabi ki... Senaryo doktorluğu diye bir müessese var arkadaşlar. Yazılan senaryoyu işi bilen profesyonel bir göze okutmak çok zor olmasa gerek. Ya da senaryo okuma becerisi olan amatör bir göz bile doğru yönlendirmelerle emeğinizi çöpten kurtarabilir. Milyonlar dökerek pilot bölüm çekiliyor ama öyle oluyor ki insan seyredince ''Arkadaş kimse oturup izlemiş mi bu leş gibi şeyi,'' diyor. Başkasının adına utanıyor seyreden. ''Hiç dostunuz yok mu? OLMAMIŞ BU,'' diyen diyoruz çoğunlukla... Friends dizisi yazarları seyirci ile yaptığı çekimlerde stüdyoda hazır bekler, seyirciden reaksiyon almadığı zaman hemen düzeltirlermiş o sahneleri... Dizilerimizin gereksiz uzun olan süreleri de büyük bir handikap evet, ama hikayeyi kurarken finalini düşünmeden yazarsan, ''Tutarsa bakarız yaa,'' dersen sonrasında ''halk bizi anlamadı,'' demeye hakkın olmaz. Olmamalı da...
Özgün senaryo yazmak netameli bir iş evet de uyarlamaları bile eline yüzüne bulaştıran bir sürü senarist gördük. Bu işten ekmek yiyorsun sen arkadaş; kurulmuş, yazılmış, bitmiş bir senaryoyu bile eline yüzüne bulaştırmadan uyarlayamıyorsan daha da yapma bu işi zaten. Ki ben uyarlama senaryolara dudak büken bir insan değilim asla... Hatta özgün hikâye yazıyorum diyen senaristlerin çuvallamalarından karnım ziyadesiyle doyduğu için uyarlama senaryoların sektör için bir kurtuluş olduğunu düşünüyorum. Ama Allah Muhammed aşkına, abiler/ablalar şu ''tutarsa bakarız gerisine'' zihniyetinden bir kurtulun. Yazılmış, tutmuş bir senaryoyu uyarlarken kendi yorumunuzu katmayın allasen. Rakamsal olarak 13 bölüm fiks yazalım da gerisi mevla kerim mantalitesi patlıyor işte. Bunu göremeyecek kadar büyük egonuz varsa tokat yediğinizde de halk bizi anlamadı diye mızırdanmayın.
Sosyal Medya, yapımcıların ve reklam verenlerin gözbebeği olmaya başladı... Twitter'da konuşularak TrendingTopic olmak dizilerin ve televizyon programlarının birincil hedeflerinden artık. Şu an Twitter'da en çok konuşulan dizi Medcezir... Dizi cuma günü Karagül'ün ardından zirvedeki yerini koruyor. Rating listesinde birinci olmadan da Twitter'da konuşulma oranı yüksek diziler de var tabii... Benim değineceğim husus ise rating listesinde cuma akşamlarını en yüksek oranlarla kapatan Karagül'ün Twitter'da en çok konuşulan dizilerden biri olmaması. Rating listesinde cuma gününü bırak haftanın en çok izlenen dizisi olmasına rağmen, Somera'nın sosyal medya listesinde ratingi ilk 10'da bile olmayan diziler varken Karagül ilk 3'te yok.
Bu çok ilginç istatistik'in sebebi bana göre, izleyici kesiminin Twitter’da dizi konuşan kesimden farklı olmasından ziyade senaryosunun izleyiciyi ekrana kitlemesinden kaynaklanıyor. Karagülseyrederken, pıt pıt pıt tweet atmak şurada dursun; ''Dur bir yandan da ütü yapayım, bir yandan örgümü öreyim ya da bilgisayarda yarının işlerini programlarken ses olsun,'' diyemiyor seyreden. İzleyici profili popüler oyuncuların olduğu dizilerin izleyici profilinden de farklı olabilir ama sosyal medya ile haşır neşir olan izleyicisi nefes almadan izlediği için tweet atmakla uğraşırken “bir şey kaçırırım” telaşında genel olarak... Zamanında kıymetli bir hocam, sosyal medyanın televizyonu yönlendireceğini iddia ettiğimiz tezimize gülerek sosyal medyanın hala televizyondan beslendiğini ve uzun müddet televizyonun önüne geçemeyeceğini söylemişti. Bunun da en büyük kanıtı sanırım Karagül...
Benim Adım Gültepe, bu sezon başlayan işler arasında rating listesinde hak ettiği yeri hala görememiş olsa da en iyisi... Hikâyenin drama dozu çok yüksek, izleyici bayılır bu tür çatışmalara ama dengeyi iyi kurmak lazım galiba... Benim Adım Gültepe'nin galiba şu an için eksiği seyircinin “OHAAAA!!!” diyeceği, fısıltı gazetesinde konuşulacak bir sahne kuramaması. (bkz. ÖBGZK de Ali kaptan ve Mete’nin yangın sahnesi) Oysa bana göre bu fırsatı dördüncü bölümde harcadılar. Hem de kurguya kurban ederek... Takoz Mehmet'in çaresizlikten hasta annesini yastıkla boğduğu sahne öyle bir geçiştirildi ki, öyle olur... Kardeşi polis kurşunuyla ölen Mehmet, annesine kardeşinin ölümünü açıklayamayacağını bildiği için elleriyle canını aldı. Evet, çok bıçak sırtı bir hikâyeydi lakin hakkını verselerdi eğer Binbir Gece adlı dizide Şehrazat'ın oğlu için tanımadığı bir adamla para karşılığı yatmasının etik yönünü haftalarca konuşan izleyiciyi tam gözünden vurmuş olacaklardı. ''Sen olsan n'apardın?'' diye günlerce sorular sorulacak Mehmet'in çaresizlikten annesini öldürmek zorunda kalışının hikâyesini, seks için (dikkat özellikle seks diyorum, aşk demeye bin şahit ister çünkü) kendinin ve oğlunun geleceğini hiçe sayan Gülümser eksenine kaydırarak büyük bir fırsat kaçırdılar. İşte tam bunun için senaryoyu okuma yeteneği olan insanlarla çalışmak zorundasınız.
Sabırla okuyan herkesin gözlerine sağlık...