Şu sıralar LGBT dünyanın en çok konuştuğu dizi London Spy. Ben kendisinden bir eşcinsel güllüm, podcast’i olan Kürriyet sayesinde haberdar oldum (Ki bir fırsatını bulup Kürriyet’i dinlemenizi öneririm. Mesela bir tane İşte Benim Stilim yayınları var ki gerçekten geyiğin dibine büyük vuruluyor). Daha önce yazdığım bir başka yazının ardından Kürriyet’çiler Ekranella’ya ‘London Spy analizi istiyoruz’ dedikleri için ‘Neden bahsediyor bunlar?’ diye bakıp sonunda kendimi London Spy’ın beş bölümünü de bitirmiş buldum.

Bir BBC mini dizisi olan London Spy farklı soysal sınıflardan iki kişinin; Alex ve Danny’nin hikayesini anlatıyor. Danny yoksul, gayet sıradan, bir depoda çalışan ve partileyen bir İngiliz kulüp genci. Alex ise zengin, süper zeki, aristokrat bir aileden gelen ve sonradan öğreneceğimiz kadarıyla Gizli Servis için çalışan bir ajan. İkisi birbirine aşık oluyor, ilişkileri en güzel döneminde ilerliyor ve hemen ardından Alex trajik bir biçimde öldürülüyor. Sevgilisinin yasını tutan Danny ise bu ölüm biçimini kabul etmiyor ve hikayede boşluklar olduğunu fark ediyor.

Herkesin ona anlattığı Alex ile onun tanıdığı, seviştiği ve deliler gibi aşık olduğu Alex birbirini tutmuyor. Gerçekte bir kapalı kutu olan (ve ne ironi ki ölümü de bir sandığın içinde, kapalı bir kutuda gerçekleşen) Alex sadece ona açılmış, onun yanında kendisi olmuştur. O çok samimi anlarında, baş başa çıkılan ve hiç konuşulmayan taşra seyahatlerinde bu insanı ‘gerçekten’ tanıdığını düşünen Danny bu ölümü araştırmaya karar veriyor. Olaylar derinleştikçe aslında her şeyin çok karmaşık olduğunu ve hayattaki tek gerçek aşkının büyük bir komploya kurban gittiğini keşfetmeye başlıyor. Ve bu cinayetin karşı tarafındaki insanların ne kadar güçlü kendisini de onların yanında ne kadar çaresiz olduğunu keşfediyor. Her adımda işler daha da çarpıklaşıyor fakat Danny, sevgilisinin adını temizlemek ve aşkının son hatırasına sahip çıkmak için bu olayın peşini bırakmıyor.

Şahane bir ilk bölümle açılıyor London Spy. Dünyadaki tüm eşcinseller için evrensel bir sahneyle... Danny sabaha kadar partiliyor ve fucked up olmuş bir şekilde kulüpten çıkıyor. Kafası iyi, beş parasız ve nereye gideceğini bilmiyor. Arkadaşlarını arıyor, kimse onu davet etmiyor. En sonunda bir köprüde son arkadaşını da arayıp ondan da ret cevabı alınca anlık bir sinirle telefonunu kırıyor. Bu sırada kamera bize köprüye doğru koşarak gelen bir adamı üst çekimden gösteriyor. Kim olduğunu bilmiyoruz, sadece sabah erken saatte koşan bir adam. İşte o adam Alex.

Alex koşarak köprüye giriyor ve Danny’le karşılaşıyorlar. Bu tanışma sahnesi bu zaman kadar izlediğim tüm LGBT dizileri ve filmleri içinde bence en etkileyici olanlardan birisi. İlk 10’a çok rahat alırım. (Niçin mesela bu üçüncü dünya ülkesinde bir sabah Galata Köprüsü’nde sabah sporu yapan bir erkekle karşılaşma ihtimalimiz yok diye de sormadan geçemiyorum).

London Spy’ı türevlerinden ayıran çok önemli bir nokta var. Bu dizide çağımız eşcinsel dünyasına ait pek çok gerçek ve yaşam biçimi dizinin ana maddesi olarak kendine yer buluyor. Artık eşcinselleri ‘tasarımdan ya da modadan anlayan’, ‘kadınların en yakın dostu’ aşırı duygusal insanlar topluluğu olarak lanse etmek biraz demode bir bakış açısı. Bu biraz Looking eşcinselleri için geçerli bir durum. Ya da Modern Family’deki beyaz yakalı eşcinsel aile için. Onlar da bir klişenin başka bir yorumu asla sevişemiyor gibiler.

London Spy’da ise hayat çok daha ağır. Uyuşturucu kullanımı, kulüp kültürü, S&M ilişki, AIDS gibi çağımızın pek çok gerçeğini bir casus dizisinin içine yedirmeyi başarmışlar. Ve bu kavramlar sadece gelip geçer bir şey değil dizide canlı canlı gözümüze sokuluyor. Bir arzu türü olan S&M ilişki mesela burada bir cinayet yöntemi olabiliyor. Ya da çeşitli seks fantezilerinin insanların hayatlarında nasıl travma yarattığını da görebiliyoruz. Danny’nin bir gece internete bir ilan verip, eve gelenlerin adını öğrenmeden onlarla korunmasız seks yapması gibi.