Kuzey ve Güney’in esas kızı Öykü Karayel buna en iyi örnektir.
Dizi başladığında, ben de Tipik Türk Halkları gibi-n hop oturup hop kalktım “Olur mu yani bu kız!!” diye diye. Diyerek.
Sonra hanımlar beyler; iyi oyunculuk, kameranın seni sevmesi (farklı bi şey kamerayla oyuncunun kimyası / elektriği) artı KUSURLU güzellik-
Aaa, baktım kızın hasstası olmuşum.
Özgü Namal da öyle!
Öööle ahım şahım güzel sayılmaz. Yani hepimizde bu kameranın aşık olduğu kadınları ahım şahım güzel saymama temayülü var.
Oysa ciddi anlamda bağımlısı olduğum Merhamet’i seyrettikçe: Bi güzel bulmak Özgü Namal’ı, iki güzel bulmak!
Bir kere: Porselen gibi, oyuncak bebek gibi bir cildi var. İnsanın baktıkça bakası gelen küçük kız temizliği, netliğinde bir yüzü. Çok iyi giyiniyor, yalnızca kendine yakışanları bulmayı / giymeyi biliyor.
Ve çok sıcak, çok inandırıcı bir oyunculuğu var. O hafif kırçıllı, çakıl taşlı sesinin de hastasıyım.
Burçin Terzioğlu da öyle. Ekranda belirince insanın içi açılıyor. Ruhu ısınıyor.
“Ruhu ısınıyor” dediniz de; Zerrin Tekindor’u (hani Cemre’nin annesiydi, Aşkı Memnu’nun dadısından sonra) görüp de ekranda, insanın ruhunun ısınmamasının imkan ve ihtimali var mı?
İnandırıcılığın, hakiki oyunculuğun kitabını her sahnede yeniden, yeniden yazmasından geçtim (ki niye geçelim? boru mu bu hususiyetler?) rahat kanepenizde uzanmış da, evde pineklemenin mutluluğundan çatlamanıza ramak kalmışken-
Evet, bu oyuncuları bizim için böylesine özel ve güzel kılan özellikler tam da ev hayatının sırları fasikülünde saklı: Huzur, sıcaklık, rahatlık, aşinalık, asudelik. Bize evimiz kadar, sevgili terliklerimiz, gri ya da mavi hırkamız, yegane koltuğumuz kadar iyi geliyorlar!
Zerrin Tekindor ekranda belirdiğinde çayımı içiyormuş kadar iyi hissediyorsam kendimi; burda hanımlar beyler, bir sihir, bir karışım, bir alışım, bir (kimyadan ziyade) simya var.
Beren Saat için de, bu böyle.
Onun için dahi İntikam’a katlanmadım. Katlanamadım. Yine de onun ‘kusurlu’ güzelliğinin eşliğinde seyrettiğim onca dizisinin, bana geçirttiği onca hoş saatin anısını silip atacak değilim.
Dünyanın en güzel , EN kusursuz kadınını habire görmek, her hafta ekranda onu izlemek, besbelli ki diziciliğe uygun değil.
Kusursuz bir güzellik insanı sıkacağından, yoracağından mıdır, böyle bir Everest’e arzumuz olmadığından mıdır, dizi maratonunda hiç de (başlarda) güzel ve çekici bulmadığımız birini giderek beğeniyor + seviyor + özlüyor olmamızın gerekliliğinden midir, sırrından mıdır; nedendir bilemeyeceğim.
İntikam dizisindeki halini tenzih ederim; benim için Beren Saat her daim o karşıkonulmaz aşinalığıyla ruhumu ısıtan kusurlu güzellerdendir.
Diziye ve varlığına ısındıkça, Serenay Sarıkaya da öyle olmaya başladı. “Limited” oyunculuğunu bile acayip çekici bulmaya, dizicilik hayatına yakışır addetmeye başladım. Mesela.
Yeni dizi oyunculuğunda (aşırı güzellere:) Ava Gardner’lara yer yok!
İlla da bizimkilerden örnek ver derseniz - diyelim: Yasemin Allen. Diyelim: Tuba Büyüküstün. Biz dizi izleyicileri için fazla güzel, fazla kusursuzlar. Sanki.
Belki de Amerikalılar’ın o meşhur ‘komşunun kızı’ lakabı , tam da salonumuzda ağırlamak istediğimiz dizi oyuncularını tanımlayabilmek için imal edilmiş.
Ya da bizi ağırlamasını istediğimiz ,bir nevi kusurluluğuyla sıradan, ama kamera onlara doğrulduğu anda sürekli seyretmek, hikayelerini izlemek istediğimiz müthiş çekicilikleriyle hayallerimizdeki komşunun hayalet kızları- Gerçek gibi göründükleri kadar, ulaşılmazlar sanki.
KUSURLU GÜZELLİK mevzusunda kalem oynatmışken, gözümüzden uzaklaşmış olsa da, gönlümüzden uzaklaşmamış olan Meryem Uzerli’yi yad etmememin imkanı yok.
Muhteşem Yüzyıl ilk başladığında haftalarca “Ne bu be Miss Piggy Piggy?!” diye kudurdum, durdum.
Madem cihan padişahını kendine zil zurna aşık edecekti, feci güzel, alımlı, kontrollü vesaire, vesaire: bütün o klişelerden işte olması elzemdi. Şarttı.
Kanuni Klişesi’nin bizi ezdiği kadar ezecek bir güzelliğe, ihtişama ihtiyacımız vardı. Almanya’dan getirilmiş, yoğun yabancı aksanıyla bizi delirten birine değil!
Meryem Uzerli kocaman kocaman açtığı zaten kocaman mavi gözleri, bir modacımızın tabiriyle “sünnetli oğlan çocuklarını andıran” sert ve tuhaf yürüyüşü, kimi zaman kabuki sınırlarını zorlayan vücut diliyle, bırakın KUSURLU güzelliğin, darma dağın bir oyunculuğun da şahikası gibiydi!
Ama öyle yürekten çalmış, öyle ciğerden çıkarıp vermiş ki bize Hürrem’i; hiç tanımadığımız bu Tarihsel Kötü Kadın’a her birimizi meftun etti.
O denli eşi benzeri görülmemiş bir oyunculuk sıcaklığında pişirdi ki hepimizi; o kötüler kötüsü / büyücüler büyücüsü / muhterisler kraliçesi Hürrem’in yaptıklarının arkasında nedenler arar, mazeretler avlanır, Hürrem’i ANLAR olduk! Meryem Uzerli bir nevi kusurlu oyunculuk büyüsüyle Hürrem’in hainliklerine, kötülüklerine gerekçeler yaratır, mazeretler bulur; hatta kadın hakları / ezilmişin yanında durmak adına DA her hafta ona tavlanır hallere düşürdü bizi.
İnanılmaz bir ekran büyücüsüydü : Mumu iki yanından birden yakmış. Meğer o tatlı ve dürüst kadın.
Şimdi düşünüyorum da Vahide Perçin olanca acımasızlığı, yılan soğukluğu, sonsuz mesafeliliğiyle çok daha doğru bir Hürrem tutturdu.
Tarihin derinlerinde(n) olması gereken Hürrem’i aradı, buldu.
Meryem Uzerli kendi içindeki dürüst, yaralanmaya açık, sıcacık, tatlı, samimi ve paramparça kadını Hürrem’e taşımadan edemedi: Sonsuz bir ruh cömertliğiyle Hürrem’i bir kadın olarak anlamamızı ve bağrımıza basmamızı temin etmeden edemedi sanki.
Bu bir kusur mudur? Evet!
Bu kusurlu bir oyunculuk mudur? Evet!
Ama ekranlardaki kusurlu güzellere bağlanmadan duramadığımız, onları en yakın, en bağlanılası, en sevilesi bulmaktan kaçınamadığımız gibi -
Belki bu tarz KUSURLU oyunculuk da, bağlanılası ve ekranlara pek de yaraşır bir hususiyettir.
Bilemeyeceğim.
KUSURLU oyuncuların en kusurlusundan bir cümleyle bitireyim bari:
“Öldüresiye sıkıcı olmaktansa, öldüresiye gülünç olmayı yeğlerim.”
Tabii ki haklısınız:
Marilyn Monroe.