Star Wars filmleri ne sıralamayla izlenir diye herkesin ayrı bir görüşü var. Benimki tam sondan başladı. Yanlış hatırlamıyorsam ilk izlediğim Star Wars filmi Jedi’ın Dönüşü’ydü. Küçücük bir çocuk olmama rağmen sonradan TRT dublajıyla belleğime kazınacak filmin peşimi hiç bırakmayacak özel bir tecrübe olduğunu biliyordum. Ben de filmdeki Jedi gibi kendi içimde kudret’i arıyordum. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen ‘force’un daha iyi bir çevirisini bugüne kadar görmedim.
Darth Vader her zaman en karizmatik karakter oldu benim için seride. Çocukken bütün Star Wars oyuncaklarını toplardım, ama garip bir şekilde Darth Vader figürü aralarından en kötü kalitelisi olurdu. Sanırım siyahı tam olarak tutturamamışlar, başlığının parlaklığını ucuz plastikte tam yansıtamamışlardı. Star Wars filmlerindeki hemen hemen bütün karakterlerin oyuncak figürleri vardı bende. Bir gün ders çalışırken annemin işten elinde Obi-Wan Kenobi figürüyle geldiğini hatırlıyorum. Bugün Yeezy alabilen gençler ne kadar heyecanlı ve ayrıcalıklı hissediyorsa kendini, Obi-Wan’a kavuşmam da öyle bir andı. Sanırım az bulunuyordu ve annem tesadüfen görüp almıştı. O anı hiç unutmadım: Orta sınıf bir İstanbul apartman dairesinde salondaki yemek masasındayım. Annem kapıyı anahtarla açıyor, masa tam da kapıya bakıyor. Elinde bir poşet var ve benim için bir hediye olduğuna eminim: İçinden Obi-Wan Kenobi figürü çıkıyor. Anneme ısrarla bu karakterin adını tekrarlıyorum...
Obi-Wan Kenobi! Obi-Wan Kenobi! İnanamıyorum!
Dublajlı konuşmam çocukluğuna dayanıyor sanırım.
Bütün çocukluk oyuncaklarım zamanla kayboldu, dağıldı; eBay’i, Retro modasını öngöremediğim için hiçbir şeyi saklayamadım. Yıllar sonra kuzenimin oğlu Ali Eren Joon, Chicago’da Star Wars serisine sardığında o oyuncakların peşine düştüm ve ne kadar kıymete bindiklerini anladım. eBay’den ucuza yakalayıp almaya çalıştık. Bir seferinde Yoda buldum; meğerse varmış onda.
Mitolojisi kuşaktan kuşağa aktarılan ve zamana yayılmayan pek az popüler kültür fenomeni var herhalde. Bugünün çocuklarına Michael Jackson’ı izletin, mutlaka ilginç bir şey buluyorlar. En azından kayıtsız kalamıyorlar.
Star Wars da böyle. Dahası, Star Wars’un kuşakları birleştiren bir özelliği var. 1977’deki bir film nasıl 2000’lerin çocukları arasında yankılanır? İlk çekilen üç filmi (yani son üç bölümü) vizyona girdikten yıllar sonra izleyip de nasıl kendisini ‘Fanboy’ diye tanımlar bir insan?
Hiçbir zaman bir Star Wars nerd’ü olmadım. Galaksiler arasında haddinden fazla anlam aramadım, ama tabii ki Joseph Cambell okumalarından bolca nasibimi aldım. George Lucas’ın her bir karakter ve sahneye felsefi ve mitolojik anlamlar yüklemesine pek takılmadım. Ama bu konularda kalem bile oynatmışlığım var. Farkında olsam da daha çok eğlenmek için izledim hep Star Wars filmlerini. Ve hep ama hep eğlendim, hep kendimden bir şeyler buldum.
Instagram’da kullanıcıların geçmişten fotoğraflar paylaştığı #tbt (throwback Thursday/Tuesday) modası, Twitter’da eski fotoğrafların paylaşıldığı yüzlerce hesabın pek çok takipçisi var. 2000 yılında çalıştığım gazetede 90’lar artık tarih oldu, dünya değişti, o yüzden bir 90’lar dosyası yapalım demiştim. Fazlasıyla erken davranmışım. Asıl şimdi 90’ların, 80’lerin, 70’lerin değeri biliniyor ve teker teker canlanıyor.
Benim gibi Star Wars’la büyüyüp İnternet sayesinde nostaljiye kolaylıkla ulaşabilenler günümüzün en baskın ve aktif kuşağı oldu. J. J. Abrams da öyle. Malcolm Gladwell, Outliers kitabında Steve Jobs ya da Bill Gates gibi büyük başarılara imza atmış modern dâhilerin doğru zamanda doğru yerde olmanın avantajını kullandıklarını yazıyor. Birkaç sene sonra doğmuş olsalardı, ya bir başka yerde yaşıyor olsalarda teknoloji trenini kaçıracaklardı…
Aynı hesabı günümüz popüler kültürüne uyarlamak istiyorum.
Star Wars serisini dirilten J. J. Abrams, Rocky’nin uyarlaması Creed’le başarılı bir çıkış yapan Ryan Coogler, gişede milyonlarca dolarlık hasılat yakalayan Straight Outta Compton’ı izleyenler, yeni Star Trek serisi, Marvel karakterlerinin dirilişi... Müthiş bir throwback çağında yaşıyoruz, farkında mısınız?
George Lucas yarattığı Star Wars serisinin etkisinin farkındaydı. Ama çok önemli bir faktörü gözden kaçırıyordu: İzleyiciyi. Yaptığı filmler kendisinden çıkmış, izleyici tarafından fanatikçe sahiplenilmişti. O filmleri yeni kuşaklara da sevdirmek, güncelmiş gibi göstermek için sürekli DNA’larıyla oynadı, yeni efektler ekledi, hatta çok kritik bazı sahnelerde olayların akışını değiştirecek değişiklikler yaptı.
Star Wars’u diriltmek için de serinin ruhundan bağımsız o ilk üç bölümü çekti. Benim gibi bu filmle büyüyenler unutmak istiyor; kuzenimin oğlu bile Star Wars’u kitaplardan, aşina olduğumuz karakterlerden sevdi. İlk bölümü izlediğinde o bile altı-yedi yaşında yabancılık hissetti.
Oysa Jedi’ın Dönüşü’nü izlediğimde hemen hemen aynı yaşlardaydım ve doğrudan o kainata dahil oldum.
Benim gibi milyonlarca insan var bu gezegende. Sevdiğimiz, bağlı olduğumuz kültürel ürünleri yaşatmak, teker teker geri dönmek istiyoruz ve yeni adaptasyonlar genellikle tam olarak tatmin etmiyor.
Bu yıl epey filmde ağladım.
En unutamadığım sahnelerden biri Creed’de Michael B. Jordan’ın Philadelphia sokaklarındaki gençleri (bu sefer motosikletli gençler) alıp sokaklarda koşmasıydı. Rocky filmine birebir gönderme, nitekim tema müziği de hemen başladı. Çok aşina olduğumuz bir geçmişin muhteşem bir şekilde günümüze taşınmasıydı bu sahne. Hem Rocky’yi bilenlere selam çakıyor, bizleri tatmin ediyor, hem de yeni bir çağa bu seriyi taşıyordu.
FİLMİ İZLEMEDİYSENİZ VE BÜTÜN SÜRPRİZLERE ŞAŞIRMAK İSTİYORSANIZ HEMEN BİR SONRAKİ PARAGRAFA ATLAYIN.
Star Wars filmlerinde Han Solo’nun Millenium Falcon’ı yıllar sonra keşfetmesini görmek istiyoruz. Prenses Leia’nın saç modeli üzerine konuşmak istiyoruz; neden yıllar sonra değiştirdi bu filmde mesela? Darth Vader’sız bir Star Wars olamaz, nitekim yanmış maskesini görünce eski bir dostu (karanlık bir dost olsa da) görmüş gibi seviniyoruz. Yeni Jedi pilotları başka model uçaklarla değil, X-Wing fighter’la uçsun istiyoruz. Nitekim Oscar Isaac de X-Wing fighter’la uçuyor.
ŞİMDİ YAZIYA DEVAM EDEBİLİRSİNİZ.
Kusurlu bir film belki Star Wars ama J. J. Abrams izleyici ne istiyorsa veriyor. Sinema bizleri biraraya toplama, toplu bir tecrübe yaşatma sanatı değil mi? Sonuçta eğlenmek için gidiyoruz ve bunun karşılığını alıyoruz. Ama izleyici diyerek belki de hedef kitleyi küçümsüyorum. Hayır hayır, bağımlılar falan değil kastım. İzleyiciden öte bir kitleyi hedeflemiş Abrams: Beni. Bizleri. Bu fenomenle büyüyenleri ve throwback’çileri. YouTube’dan eski Eurovision yarışmalarını izleyenleri, sosyal medyada eski gazetelerden kupürler paylaşanları (Ajda Arap’ınkini gördü dudağı uçukladı—Cüzdanı yani), hala Türk popunda yapılmış en iyi albümün Türk popunda yapılmış ilk albüm (Aşkın Nur Yengi, Sevgiliye) olduğunu düşünenleri, lomography fotoğraf makineleri alıp Instagram’da eskitilmiş filtre kullananları, en iyi müziğin hala plaktan dinlendiğini düşünen Kanat Atkaya’yı, Blue Jean dergisinin Stephanie kapaklı ilk sayısını hatırlayanları, Radikal’den Zapçı’yı fanatikçe ilk dönemlerde okuyanları, Olacak O Kadar’ın efsane skeçlerini kelimesi kelimesine bilenleri, Çeşme Müzik Festivali’ne gelen yabancı sanatçıları görmek için orada olmak isteyenleri, Michael Jackson’ın 1993’te konsere gelip iptal etmesini hatırlayanları.... #TBT diyelim kısaca.
Yıllardır o en muhteşem Darth Vader figürünü arıyorsam (hala bulamadım) bunun bir nedeni var.
Bu sene Aralık ayında Los Angeles’ta sabaha karşı 02:00’de izlediğim Star Wars: The Force Awakens son yıllarda yaşadığım en muazzam toplu tecrübeydi. 2015’i daha iyi noktalayamazdım. 2015’ten daha büyük bir şey hatırlayacağımı zannetmiyorum.
İllüstrasyon: Mert Güreli