Harry Potter ve Melez Prens’in bir sahnesinde Professor McGonagall; Harry, Ron ve Hermione’yi karşısına alır ve muhteşem bir soru sorar: “Neden bir olay olduğunda her zaman siz üçünüz orada oluyorsunuz?” Ron’un cevabı da bir o kadar güzeldir: “İnanın bana Profesör, altı yıldır kendime aynı soruyu soruyorum.”
Harry Potter kitapları kadar sevdiği başka dostu olmamış bir insan olarak, filmleri, özellikle de David Yates’in yaptıklarını sevmem mümkün değil. Ancak bu diyaloğu seviyorum, kitapta olmamasına rağmen. Çünkü kitaplar boyunca ara sıra sorduğum şeyi, karakterler de sorguluyorsa bu artık hikayenin bir parçası haline geliyor. Evet; Harry, Ron ve Hermione’nin -kendilerinden kaynaklanmayan sebeplerle bile- sürekli bir aksiyonun içinde olması okuyucu için garip. Ama karakterler bunun farkındaysa o gariplik hikayeye ait oluyor. Dolayısıyla bir okuyucu olarak bunu artık garipsemiyorum. Bu yüzden bu sahneyi çok seviyorum, çünkü izleyicisinin düşüncelerine saygı duyan bir yapım izlemek hoşuma gidiyor. David Yates’in dört Harry Potter filmindeki yönetmenliğinde izleyiciye saygı duyduğunu düşünmek çok zor ama bu sahne için bu böyle.
Türk televizyonlarında uzun yıllardır seyircisine saygı duyan bir yapıma denk gelmemiştim hiç. Dördüncü duvarı çeken tiyatro oyunları gibi, başlayıp bitiyordu diziler. Bizimle bir etkileşimi yoktu. Fanların gazını almak için Twitter’da yazılanlara bakıp sahne yazmaktan bahsetmiyorum. Gerçekten fanların düşüncelerini paylaşan dizi karakterlerinden bahsediyorum. Son Yaz, 21 bölümlük ilk sezonu boyunca sık sık bu hissi vermesiyle gönlümde çok ayrı bir yerde.
Son Yaz’ı izlemeye başladığımda 4. bölüm yeni yayınlanmıştı diye hatırlıyorum. Baştan sona sevdiğim son yerli dizi olan Medcezir’in çakması gibi geldiği için uzak durmuştum. “Çakma ama bakalım nasıl çakma” diyerek birkaç bölüm izledim ve sonra devamı geldi. İlginç bir şey vardı dizide, diyalog. Her dizide diyaloglar var, her dizide çok büyük laflar içeren çok fazla diyalog var. Son Yaz’da karşılıklı çok fazla diyalog vardı. İnsanların karşısındakini dinlediği, anlamaya çalıştığı ve nihayetinde ortak bir paydada buluşabildiği diyaloglar. Samimiyetsiz büyük laflar içermeyen, bin yıllık hikayelerden alıntılar yapmayan, senin benim konuşmalarıma çok benzeyen diyaloglar.
Dizi bir mafya dizisiydi. Esas oğlan mafya babasının mafyacılık oynayan oğluydu. Öğrendiği bir racon vardı. Akgün Gökalp Taşkın kavgadan geri durmayan, hatta kavgaları körükleyen bir çocuktu. Çocuktu cidden. Savcı Selim Kara ondan da beterdi. Sürekli burnunun dikine giden, etrafındaki herkesin ona ayak uydurmasını talep eden ve kavga eden. Selim fiziksel şiddete başvurmasa da kurduğu her cümleyle karşısındakini dövüyordu. Bunu yapmamayı birbirlerinden öğrendiklerini söylemek çok güç. Birine Canan Kara öğretti; diğerineyse Canan’ı örnek alan Yağmur Kara. Ama bu yola birlikte girdi Akgün ve Selim, iki çocuk. Neticede öğrendiler. Diyalog kurmayı öğrendiler. Yontuldular ve beni buna inandırdılar. Her hareketi kaba, taciz içeren yaz dizisi ana karakterleri gibi samimiyetsiz değillerdi çünkü; dizinin samimiyeti karakterlere inanmamı çok kolaylaştırdı.
Hadi Akgün ve Selim’in içten içe iyi insanlar olduğunu en başından bekliyorduk ama şu 21. bölüm beni Soner’in de iyi olduğuna inandırdı. Cinayet dahil her türlü şiddet eylemine açık olan Soner son bölümde içten içe ağlayarak “Benim gerçeğim bu” diyordu. Yontulmak istemişti, onu yontacak insanları da bulmuştu ama bunun için çok sertti. Ne yazık ki olmadı, henüz. Yine de ilk karşılaşmalarında “Param var benimle birlikte ol” imasını, bunu doğal gördüğü için yapan yanını değiştirebildi. Soner, Naz’la bir sonraki konuşmasında “Bu söylediğim tacize girmiyor değil mi?” diye sorarken samimiydi. İnsanların büyüdüğü çevreye göre neyin taciz olduğunu bilip bilmemesi normal. Ya da neyin cinsiyetçi, homofobik, ırkçı olup olmadığını. Biri davranışlarıınn sorunlu olduğunu söylediğinde kendini değiştirmeye çalışıyorsan bunda bir sakınca yok. Hiç kimse bu bilgilerle doğmuyor. Muhtemelen bugüne kadar seks işçileri dışında hiçbir kadınla yakınlaşmamış Soner için Naz’la diyaloğu bir ilkti. Neticede öğrenmeye çalıştı. Sonunda gördük ki halen istenen noktada değil. Ne Naz’ın istediği ne de kendi istediği noktada.
Dizilerde erkeklik krizleri görmeye alışkınız. Son Yaz da bu açıdan benzerdi. Selim, Akgün, Soner ve hatta Metin ile Fatih’in geçmiş acıları üzerine kurulmuş bir hikaye bu da. Genelden bir farkı vardı sadece. Bu erkeklik krizlerinin peşinden sürüklenen kadın karakterler izlemedik. Son Yaz’ın kadın karakterleri güçlüydü. Evet yolda çok darbe yemişlerdi, yolun devamında da hasar almaya devam ettiler ama kim hayatını zarar görmeden devam ettirebiliyor ki? Pasif kalmadığınızda, aksiyonda bir payınız olduğu zaman başkalarının peşinden sürüklenmiyorsunuz. Yağmur, Akgün’ün bütün uzaklaştırma çabalarına rağmen onca belanın içine atladı mesela. Çünkü Selim’e benziyordu bu açıdan, ona göre doğrusu buydu. Aksiyonda olmak. Canan, Selim’in davasının peşine düştü ama onun derdi de bir hukukçu olarak kendini kanıtlamaktı. Yağmur ve Canan partnerlerinin peşinde değil, partnerlerine inat onca belanın içine girdiler. Bu kadar kendinden emin, güçlü kadın karakterler izlemeyi çok özlemişim. Televizyon ekranında çok sık denk gelemiyoruz onlara.
Son Yaz’ın en büyük gücü “Girl Power” oldu. Erkeklerin yarattığı bütün saçma sapan durumlardan birbirlerine dayanarak çıktı dizinin kadınları hep. Canan, Emel ve Serap’ın dostluğu çok özeldi. Emel ve Serap’ın yaşadıklarına rağmen birbirlerine tutunabilmeleri özellikle. Metin’in yediği haltlar klasik bir senaryoda iki kadını birbirine kırdırırdı. Yağmur’un Akgün’le ilişkisi Canan’ı çok rahatsız ederken dahi kızını anlamaya çalışması çok şeyi değiştirdi. Yağmur annesine inat Akgün’le birlikte olmayı denemedi. İki genç aptalın, aptalca sebeplerle bir araya gelememesinden sıkılan Canan onların ilişkilerini düzeltmesini sağladı örneğin. (Bu arada Canan’ın, Akgün’ü Yağmur’un odasına gönderdiği sahneye kuduranları izlemek de ayrı keyifliydi. En ufak bir modernlik gördükleri anda yerlerinde tepinmeye başlayanlara inat televizyonda halen bizim izleyebileceğimiz bir şeyler var.)
Yaz romantik komedilerini saymazsak, televizyonda en son ne zaman Batılı tarzda yaşayan insanları “normal” olarak izledik? Medcezir zamanı belki. (Menajerimi Ara da bu kategoriye konulabilir.) Altı yıl olmuş ben bir dramanın başrollerinde medeni insanlar görmeyeli. Erkek mekanı olarak görülmeyen bir meyhaneye giden bir karı koca; her şeyin hemen evliliğe bağlanmasına karşı çıkan bir esas kız; hoşlandığı erkeğin evine gitmekte bir sorun görmeyen, bunun cezası olarak hamile kalıp acilen evlenmek zorunda kalmayan bir başka kadın genç kız. İyi gitmeyen evliliklerin sona ermesinin dünyanın sonu olmaması, boşanan insanların da bir hayatı olabileceğini gösteren bir yan karakter. Anlatının bu parçalarını fark ettikçe bir izleyici olarak yüksek sesle “Oh be!” diyesim geliyor.
Dizi karakterlerinin bizimle aynı şeyleri fark etmesiyle başlamıştım, onunla bitireyim. Canan bir noktada “Sen de nasıl savcısın operasyona falan katılıyorsun sürekli,” diyordu ya Selim’e. İşte orada Canan sadece beni değil, tüm izleyicileri temsil ediyordu. İşte orada benim dizim oldu Son Yaz. Akgün’ün kız istemeye çalıştığı meşhur çatışma sahnesi yüzünden değil. Selim’in “Geliyorum Fatiiiiiiih!” diye seslendiği sahne yüzünden değil. Canan ve Selim’in romantizmi ruhuma iyi geldiği için de değil. Bu kadar basit ve doğal bir tepki nedeniyle. Gerçekten Türkiye’deki televizyon kanallarında bana ait bir dizi olmasını çok özlemişim. 21 bölümün hepsi için çok teşekkürler. Mükemmel bir deneyimdi. Yeni sezonda ne kadar saçmalarsanız saçmalayın her zaman müteşekkir kalacağım.
MEHMET DİNLER