Kendimi çok net bir biçimde Penny Dreadful’un hedef kitlesi arasında tanımlayabilirim. Hem fantezi hem de Viktoryen edebiyat aşığı olarak diziden ilk bahsedildiğini duyduğumda inanılmaz heyecanlanmıştım. Dorian Gray’den Frankenstein’a bir dizi edebi karakterin bir araya gelecek olması, bilim ve doğaüstü temalarının ekrana taşınması, fikir olarak çok heyecan verici. Fakat ilk üç bölümü izledikten sonra hayalkırıklığım iyice keskinleşti. Maalesef bu dizi olmamış.
Öncelikle dizinin övülecek kısımlarından bahsedeyim: Oyunculuklar enfes, sahne ve dekor dönemin hakkını veriyor, edebi karakterlere- özellikle de Dorian Gray’e- gerçekten de başarılı bir şekilde hayat verilmiş. Görünen o ki diziye epey para harcanmış. Dizinin yaratıcılarının iyi okuyucular olduğu da aşikâr. Doktor Frankenstein’ı motive eden hırsı, babalık görevlerindeki başarısızlığı, Viktoryen edebiyatın arka planındaki “doğudan gelenler” korkusunu, dönemin kitaplarının her kelimesinden fışkıran baskı altındaki cinselliği çok iyi anlamışlar. Gel gör ki tüm bu başarılı özelliklerin yanında ortada izleyici daha çok izlemeye itecek, tabir-i caizse hayalgücüne kancasını takacak bir senaryo yok. Frankenstein var, vampirler var, İngiltere’de bir Amerikalı var; daha ne olsun diyebilirsiniz. Bir dizi izleyicisi olarak benim beklentim tüm bu tema ve karakterlerin daha yenilikçi ve heyecan verici bir olay örgüsü altında bir araya gelmesiydi. Nasıl ki True Blood- en azından ilk sezonunda- vampirleri yepyeni sembolik bir düzene oturttuysa, Penny Dreadful gibi iddialı bir diziden de bu tip bir yenileştirme beklerdim.
Belki de dizinin başarısızlığı iyi ve sadık okuyucular tarafından yaratılmış olmasında yatıyordur. Viktoryen edebiyatın irdelediği temaların hakkını verebilme çabasıyla yenilikten kaçınıyor olabilirler. Ya da belki izleyiciye temaları katıksız biçimde aktarmak isterken bu temaları öne çıkaracak bir olay örgüsü yaratmayı es geçiyorlar. Durum böyle olunca da zaten konuya epey vakıf izleyici sıkılıveriyor. Dizinin bazı bölümlerinde modernite ve makinelerin varlığına, romantizm ve modernite arasındaki çekişmeye, bilim ve doğaüstü arasındaki ince çizgiye dair zorlama diyaloglar izleyiciyi yoruyor. Viktoryen dünyası steam-punk türünde tahayyülleri kışkırtacak kadar zenginken Penny Dreadful maalesef görsel açıdan da hiçbir yenilik getirmiyor. Gelecek bölümlerde bir değişiklik olur mu bilinmez ama bu haliyle izleyicinin kıymetli vaktinden pay çalması oldukça zor.